Bursa Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu Festivali hakkında Assitej Türkiye Merkezi üyelerinin hazırladığı raporları aşağıdan okuyabilirsiniz.
Bursa
Festivali'nden İzlenimler/Bülent Sezgin
17.Uluslararası
Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali’ne Assitej Türkiye Merkezi
gözlemcisi olarak kısmi süreli olarak katıldım. Bugünkü yazımda izlediğim
oyunlara ve festivale dair izlenimlerimi okuyucularla paylaşmak istiyorum.
Bu
yıl 17.’si yapılan ve Doç. Dr Tülin Sağlam’ın deyişiyle Türkiye için bir marka
haline gelen Bursa festivali, çocuk ve gençlik tiyatrosunun bir sanat dalı
olarak kamuoyu nezdinde algılanması açısından bence önemli bir noktada
durmaktadır. Türkiye’de Ordu, Eskişehir, Ankara ve İstanbul düzeyinde yapılan
çocuk ve gençlik tiyatroları festivalleri olsa da, Bursa festivali gerek
kurumsallaşma gerekse de Assitej Türkiye Merkezi’nin katkılarıyla farklı bir
noktada durmaktadır. Festival kapsamında çocuk ve gençlik tiyatroları konusunda
eğitim workshoplarının düzenlenmesi ve her gün saat 21.00’da yapılan oyun
değerlendirme toplantıları, turistik konseptli festival algısının kırılması ve
sanatsal çıtanın yükseltilmesi adına önemli bir yerde durmaktadır. Her yıl 10
farklı ülkeden gelen katılımcıların çocuk ve gençlik tiyatroları adına bir
tartışma yürütüyor olması bile önemlidir. Tartışmaların sanatsal ve politik vizyon
bağlamında derinlikli yapılması ve de tiyatro kamuoyuna dönük bilgilendirici
yazıların oluşturulması konusunda zaman zaman sorunlar yaşansa da, Bursa
festivalinin Assitej Türkiye Merkezi’nin de önemli katkılarıyla sanatsal açıdan
nitelikli bir yerde durduğu söylenmelidir. Zaten özelikle yurtdışından gelen
katılımcıların bu konudaki beyanları da bu tezi doğrulayan bir yerde
durmaktadır.
Bu
seneki festival 8-13 Ekim tarihlerinde düzenlenmiş, Hollanda, Türkiye, İtalya,
Ukrayna, Bulgaristan, Almanya, İran ve Fransa’dan toplamda 17 tiyatro topluluğu
katılmıştır. Festivalde iki farklı atölye çalışması ve kamuya açık alanlarda
performanslar sergilenmiştir. Organizasyonu Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı
(BKSTV) tarafından yapılan festivale ASSITEJ Türkiye Merkezi festival
konseptinin oluşturulmasında danışmanlık yapmaktadır. Assitej Türkiye Merkezi,
uluslararası bağlantılarını devreye sokarak ve yurtdışındaki festival
izlenimlerinden yola çıkarak önerilerde bulunmaktadır. Ayrıca Türkiye içinde
sınırlı sayıda kişi festivali gözlemlemesi için Assitej Türkiye Merkezi’nin
önerisiyle festivale davet edilmektedir.
Festival
organizasyonun geliştirilmesi adına eksik gördüğüm birkaç noktayı vurgulamak
istiyorum. Yıllardır amatör ve profesyonel düzlemde değişik tarzda festival
organizasyonun içinde bulunduğum için naçizane bazı önerilerde bulunmak
istiyorum.
1)
Kurumsallaşma adına Bursa festivaline özelikle yurt içinden katılımcı alınması
noktasında BKSTV’nin kamuoyuna açık bir web sayfasında süresi belli şekilde
duyuru yapması gerektiğini düşünenlerdenim. BKSTV tarafından festivale katılım
noktasında süresi belli çağrı yapılması Türkiye içinden katılımcı topluluklar
açısından daha sağlıklı bir başvuru olanağını beraberinde getirecektir. Bu
anlamda TAKSAV ve İKSV festival seçimleri bir model olarak incelenebilir.
2)
Tiyatro haber sitelerine dönük basın duyuruları ve festivalin web sayfasının
etkin kullanılması açısından da gecikmelerin yaşanmaması önemlidir. Bence Bursa
festivali etkisi sadece Bursa ile sınırlı olmayan kapsamlı bir organizasyondur,
bu yüzden kamuoyu tanıtımının daha iyi yapılması gerekmektedir.
3)
Festivalin ücretsiz olması öğrenciler açısından oldukça önemlidir. Türkiye’de
korsan çocuk tiyatroları ve bazı kurumlar arasındaki ranta dayalı ilişkinin
kırılması adına, sponsor destekli ücretsiz festivaller okullar açısından nimet
niteliğindedir. Bu yüzden de bazı oyunların boş geçmemesi açısından, Bursa
ilindeki okullar ile festival arasında daha sıkı bir iletişim kurulması
gerekmektedir. Belki de oyun saatlerinin düzenlenmesi ve devlet okulları
açısından servis desteği verilmesi gibi seçeneklerin devreye girebileceğini
düşünüyorum. Ayrıca oyunlara yaş gruplarına uygun bir şekilde seyirci
getirilmesi için okul yöneticileri ile önceden angajman yapılmalıdır diye düşünüyorum.
Örneğin Bursa ilindeki drama ve tiyatro öğretmenleri ile ön bir toplantı
yapılarak, yaş grupları konusunda bir düzenleme yapılabilir.
4)
Assitej Türkiye Merkezi’nin gözlemci seçimi konusunda çocuk ve gençlik
tiyatrosu konusunda alan araştırmalarına yazılı katkı sunacak, tartışmaları
kamuoyuna yönelik belgeleyecek kişileri festivale davet ederek ağırlamasının
önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de yazılı kültür alışkanlığı maalesef
bulunmuyor.
Bu açıdan gözlemcilerin seçilmesinde daha titiz olmak gerekiyor
diye düşünüyorum. Ayrıca kurumsal temsiliyet noktasında Şehir Tiyatroları çocuk
ve gençlik birimleri sorumluları, drama ve tiyatro öğretmenleri, tiyatro
medyasından yazarlar, basın yayın kuruluşları vs. devreye girerse hem
festivalin tanıtımı, hem de tartışmaların kamuoyuna aktarılması noktasında
ileri adımlar atılabilir. Tabi bunun için, gözlemcilerin rapor yazmasını
zorunlu tutmak gibi bir ilke belirmek gerekiyor.
Yazının
bu bölümünde izlediğim oyunlara dair kısaca izlenimleri aktarmak istiyorum. İlk
olarak izlediğim oyun İtalya’dan festivale katılan Teatro Telaio’nun “Kaybolmuş
ve Bulunmuş” adlı gösterisiydi. Belki de festivalin en beğenilen oyunlarından
birisi olan bu oyun, kaybolmuş bir penguen ile onu bulan bir çocuğun
yaşadıklarını konu ediniyordu. Söz kullanımı olmadan sergilenen oyunda,
pantomim ve beden dilini kullanan oyunculuklar ve oyuncuların materyallerle
kurdukları ilişki görülmeye değerdi. 30 yıllık bir topluluk olan Teatro
Telaio’nun (http://www.teatrotelaio.it) sergilediği performansta, penguen ve
çocuğun ilişkisi “ötekini anlamak ve arkadaşlık” dramaturjisi üzerinden
kurulmuştu. Naif bir çocuk dünyası inşası ve arkadaşlık ekseni üzerinden
ilerleyen oyunda, olay örgüsü kaybolmuş Penguen’in çocuk tarafından Güney
Kutbuna kadar götürülmeye çalışılması sırasında karşısına çıkan engelleri
aşması üzerine kuruluydu. Ancak Penguen karakterinin evine dönmek yerine
çocukla arkadaşlık kurmayı tercih etmesi, bir çocuğun “öteki” kişilerle kurduğu
ilişkinin bir metaforu olarak düşünülmüştü. Oyunda Penguen’in kullandığı
şemsiye imgesi ve şemsiyelerin sahne üzerindeki yarattığı atmosfer oldukça
başarılıydı. Oyuncuların nesneleri kullanımı ve söze dayalı olmayan oyunculuk
performansları, 50 dakikalık bir gösterinin evrensel bir dille seyirciye
aktarılmasını sağladı. Oyunu izleyen yaş grubunun 6 yaş olduğunu da belirtmek
isterim. Bu anlamda başarılı bir öykü anlatıcılığı üslubuyla, bir tür model
oyun izlediğimi düşündüm.
Festivalde
izlediğim ikinci gösteri Fransa’dan katılan Teatro Colondrino’nun sergilediği
tek kişilik kukla gösterisiydi. Oyuncu Christophe Croes’in uzmanlık alanı
minyatür denebilecek kadar küçük ipli kuklaları kullanmasıydı. Ölümün Aptallığı
ve Aşkın Sıçrayışı olarak adlandırılan 40 dakikalık gösteride kendimi bir tür
canlı çizgi film izliyor gibi hissettim. Oldukça gerçekçi tasarlanmış minik
ipli kuklalarla anlatılan öykü ve oyuncunun çizgi filmvari seslendirmesi
oldukça başarılıydı. Öykü sembolik bir anlatım diline sahipti. Olay örgüsü
sıçramalı ve imgesel bir şekilde kurulmuştu. http://vimeo.com/17395459 adlı
linkten bir bölümünü izleyebileceğiniz gösteride, bir çizgi film yıldızı, kötü
huylu bir alarma saati ve bir pirenin arasında geçen durumlar sergilendi. Genç
seyirci tarafından oldukça mizahi bulunan gösteri, ipli kuklalarla ile başarılı
bir öykü anlatımının nasıl gerçekleştirebileceğini bizlere gösterdi. Ancak
gösteri formunun anlatılan öykünün dramaturjik eksenini tartışmaya çok imkân
vermediğini belirtmek isterim. Avrupa tiyatrosunun oldukça başarılı olduğu
kukla tekniğini kullanırken, özentiye dayalı bir ilişki kurmadan kendimize ait
bir üslup ve dil bulunması gerektiğini de düşünüyorum.
Türkiye’den
festivale katılan Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Samet
Behrengi’nin yazdığı Küçük Karabalık adlı gösteri ile festivale katıldı.
Evrensel bir öykünün özel bir black-light tekniği kullanılarak icra edildiği
gösteriye ilgi oldukça yoğundu. Ancak Bursa’nın en iyi salonlarından birisi
olan Tayyare Kültür Merkezi’nde sergilenen performansta, oyuncular baştan ayağı
siyah giymek zorunda olduğu için mikrofon kullanmamıştı. Bu yüzden de ciddi bir
vokal problemi ortaya çıktı. Seyircinin de çok fazla olması zaman zaman
izleyişi güçleştirdi. Prodüksiyonda esasen black-light tekniği ve görselliğe
yüklenildiğini ve asıl olarak üslupsal bir deneme yapıldığını gözlemledim. Bu
anlamda yenilikçi bir yön bulunan bu gösteride, Samet Behrengi’nin dünyaca ünlü
öyküsüne dair dramaturjik bir yorum önerisi ise çok fazla yoktu. Oyuncuların
sinematografik vokal kullanımının, tiyatro sahnesi için yetersiz kaldığını
hissettim ve de bu tarz bir özel gösteri için vokal çeşitliliğine ihtiyaç
olduğunu düşündüm. Tüm oyuncuların benzer bir vokal ses rengiyle konuşuyor olması,
gösteriyi monoton hale getiriyor ve ritmik açıdan tekdüzeleştiriyor diye
düşündüm.
Fransa’dan
festivale katılan Litecox Company’den izlediğimiz kareografik parça İmago ise
bir dans tiyatro gösterisiydi. Kozadan çıkan ipek böceğinin ve İpek Yolu’nun
hikâyesinin anlatıldığı performansta görece karanlık bir atmosfer sahneye
hâkimdi. Estetik seviye açısından başarılı olan gösterideki temel tartışma
noktası, prodüksiyonun çocuk ve gençlik tiyatrosu ile bağlantısının oldukça
zayıf olmasıydı. Bu anlamda bu gösterinin festivale seçilmesi noktasından
sanırım bir problem oluşmuş. Çünkü özel olarak çocuk ve gençlik tiyatrosu için
hazırlanmamış bir gösteri izlediğimizi düşündük. Örneğin Avrupa’daki bazı
örneklerde özel olarak çocuklar için hazırlanmış dans tiyatrosu ve modern dans
etkinliklerinin yapıldığını biliyoruz. Ancak bu gösteri sanki yetişkinler için
hazırlanmıştı, ancak sahne tasarımı ve dans koreografileri açısından oldukça
başarılıydı.
Kendi
izlediğim oyunları ve festival dair yazdım. Diğer gözlemcilerden gelen
yazılarla da, 17.Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivalinin
genel fotoğrafını daha iyi görebileceğiz. Ülkemizde çocuk ve gençlik
tiyatrosunun bir sanat formu olarak kalmasına destek veren tüm kurumlar ve
kişilere teşekkür ederek yazımı bitirmek istiyorum.
17.Uluslararası
Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali
17.Uluslararası
Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları festivali bu yıl 8-13 Ekim tarihleri
arasında yapılıyor. Organizasyonu Bursa Kültür Sanat Vakfı tarafından yapılan
festivale ASSITEJ Türkiye Merkezi festival konseptinin oluşturulmasında
danışmanlık yapmaktadır. Bu seneki festivalde Hollanda, Türkiye, Bulgaristan,
Almanya, İran ve Fransa’dan tiyatro grupları katılmaktadır. İki farklı atölye
çalışmasının yer aldığı festivalde, Ankara Sokak Sanatları Atölyesi “ASSA”,
Festival Boyunca açık alanlarda canlı heykel gösterileri sunacaktır. Etkinlik
takvimi için http://www.bkstv.org.tr
incelenebilir.
8
EKİM PAZARTESİ
TÜRKİYE,
Anatole Sokak Oyuncuları, Çer – Ve- Çe
HOLLANDA,
Destilte, Madcap
BULGARİSTAN,
Theater Group Temp, Wings in The Fire
9
EKİM SALI
ALMANYA,
THAG, La Voix Humaine or Love’s left-overs
TÜRKİYE,
Tiyatro Bereze, Çok Soğuk
TÜRKİYE,
Uçaneller Kukla Evi, Aptal Kurt
TÜRKİYE,
Bursa Devlet Tiyatrosu, Çizmeli Kedi
HOLLANDA,
Atölye Çalışması
10
EKİM ÇARŞAMBA
TÜRKİYE,
Tarla Faresi Tiyatrosu, Kırmızı-Erik Çekirdeği
İRAN,
Zendegi Theater Company, Flower
BULGARİSTAN,
Theater Group Temp, Wings in The Fire
Doç.
Dr. Ömer Adıgüzel - Yetişkinlere Drama Atölyesi
11
EKİM PERŞEMBE
İTALYA,
Teatro Telaio, Lost and Found
TÜRKİYE,
Eskişehir B.B.Ş.T, Küçük Kara Balık
FRANSA,
Teatro Golondrino, The foolish of the death and The jump of love
TÜRKİYE,
Anatole Sokak Oyuncuları, Çer – Ve- Çe
12
EKİM CUMA
FRANSA,
Litecox Company, Imago
TÜRKİYE,
Tiyatro Tem, Lahana Sarma
BULGARİSTAN,
Theater Group Temp, Wings in The Fire
13
EKİM CUMARTESİ
UKRAYNA,
Studio of Drama and Cinema “Romeo & Juliette” Juno & Avos
TÜRKİYE,
Ahşap Çerçeve Kukla Tiyatrosu, Kabare
Bursa
Festivali Raporu/ Ayşe Hicran Özgür
Festivale
8’i başka ülkelerden olmak üzere 15 topluluk katılmıştı bu yıl. Ben bir gün
kendi oyunumuz olması ve cumartesi gün ki oyunlara kalamam nedeniyle; 12
oyun izleme ve 1 atölye çalışmasına katılma şansına sahip oldum. Yazık ki
BeReZe'nin oyununun değerlendirme toplantısına da provam olması nedeniyle
katılamadım.
Bu
yıl çok sayıda topluluk izleme fırsatı bulduk. Bunlardan biri,
Almanya’dan diğeri Fransa’dan olmak üzere iki Dans Tiyatrosu, bir Ateş
Şov ve Türkiye’den iki önemli Kukla Tiyatrosu topluluğu vardı.
Birçok
oyunda oluş, doğum, gelişmek, büyümek ve temas, paylaşım, ilişkiler
yoğunluklu işlenen temalardı.
16-25
yaş arası oyuncu ve dansçı sayısı yoğunlukluydu. Bunu 13
kişilik genç Ukrayna topluluğu ve 8 kişiden oluşan ateşbaz jonglörler olması ve
yine canlı heykel performansları ile şehrin birçok yerinde ilgi çekici
görüntüler yaratan ANKARA SİNE-İ SANAT ATÖLYESİ’nin genç kitlesi güçlendirdi.
“Gözlemci
Katılımcılar”ın bu festivalin ne denli önemli bir yönü olduğunu, gözlemci
katılımcı olmaması nedeniyle net bir şekilde anladım. Festivalin bir
misyonu, Bursa seyircisiyle nitelikli oyunlar buluşturmak, estetik algıyı
geliştirmek vb. Öte yandan Bursa’ya çağırılan “gözlemci
katılımcılar” aracılığıyla bir yandan nitelikli tiyatro oyunları
izleyerek ve değerlendirerek; çocuk ve gençlik tiyatrosunun farklı alanlarında
emek veren üretici ya da eleştirmen her kişi ve onun iletişime geçtiği diğer
kanallara yansımaları ile çocuk ve gençlik tiyatrosunun gelişmesine katkıda
bulunmak üzere daha geniş bir perspektifte iletişimler kurmak sürecin bize
kazandırdıklarından. Değerlendirme toplantılarında, çok yönlü analizler,
eleştiriler, katılımcı tiyatroların sergiledikleri performansların
değerlendirilmesi, gelişmesine katkıda bulunması, genel anlamda, katılan
tiyatroların gelişmesi açısından önemi büyük.
Bu
anlamda gözlemcilerin olmaması; bunun ülke tiyatrosuna ve genelde dünyada çocuk
ve gençlik tiyatrosuna katkısı düşünüldüğünde bir kayıp. Değerlendirme
toplantıları bir yandan da eleştiri yöntemleri, üretimlerimize farklı bakış
açıları ile bakabilmenin gelişmesi açısından da ikinci bir katmanda değer
yaratıyor. Elbette bu yılda değerlendirme toplantıları gerçekleşti. Ancak
birçok topluluğun oyununu oynayıp gitmesi de gözlemcilerin
eksikliğine eklenince bu anlamda değer kaybımızın büyüdüğünü düşünüyorum.
Umuyorum gelecek yıllarda festival; yurt içinden ve dışından yoğun
gözlemci katılımıyla gerçekleşir.
Göze
çarpan başka bir belirgin konu ise; değerlendirme toplantılarında katılan
gruplardan birçoğunun yaş grubu ve seyirci sayısı konusunda gelecek yıllarda
daha hassas davranılmasını istemesiydi. Tayyare Kültür Merkezi’nin pek
güzel bir sahnesi var. Hatta sahnede seyircilere de yer var! Salon birçok
çocuk tiyatrosu yapıcısı için uygun değil. Bence gelecek yıllarda, daha çok
sayıda topluluk çağrılsın ve eğer amaç çok sayıda seyirciye ulaşmaksa; festival
gün sayısı arttırılsın. Tiyatro salonları dışında da, oyun alanı ve seyir alanı
kurulabilecek başka alternatif mekânlar da harekete geçirilsin. Ben bulmadım
bunu elbette, iyi ve dünyada birçok yerde süren bir sistem bu. Çok daha efektif
olacaktır kesin.
Oyunlar
üzerine duygu ve düşüncelerimi paylaşmaya; ülkenin en genç ve öncü
topluluklarından birinden; zevk, heyecan ve merakla izlediğim bir oyunla
başlamak istiyorum; TİYATRO BeReZe'nin “SOĞUK ÇOK SOĞUK” adlı oyunu ile.
Tayyare Kültür Merkezi’nde; seyir yerini de sahneye alarak sınırlı seyirci
sayısı ile sağlıklı bir seyir ortamı yarattılar. Oyunda çok soğuk havada
kendisine işini yapacak yer arayan bir sokak müzisyeni ile bir sokak ressamı,
gürültüden uzak ve çok soğuk olmayan bir yer bulurlar, tek kişiliktir bu yer.
Var olma çabası, iletişim, çatışma ve buluşmayı gördük. Oyuncular kendileri ile
birlikte atmosferi de sahici kılıyorlardı. Nesneyle ilişkilerini bu denli
sahici kılan onların temaslarındaki samimilik kadar nesnelerle ilişkide birçok
ayrıntı yaratabilmeleriydi. Karşımızda, samimi ve analitik olarak
çalışılmış tutarlı bir iş vardı. Güven vericiydi. Müzik ve ışıkta eylemi
destekliyor, bizim öyküyle ilişkimize yön veriyordu. Erkan Uyanıksoy'un
yürüyüşü ve Elif Temuçin'in yüzü hala gözümün önünde. Oynamaktan aldıkları zevk
yanında, onu katlayan bir şey daha vardı; karakterlerin canlılığını
koruyan, kendisine biçilen yeri değil de işini zevkle yapabileceği bir yer
seçen canlı, gerçekten yaşayan varlıklar olarak çatışmadan kendilerinin yani
karakterlerin yaşadıkları heyecan da ortadaydı. ”Elif bize klarnet çal” diyerek
bitiriyorum. Tekrar izlediğimde mutlu olacağım oyunlardan “Soğuk-Çok Soğuk”.
Oyunun
sonunda çok kişinin burnunu çeke çeke ayrıldığı oyunu, İtalya’dan TİYATRO
TELAİO’ nun LOST AND FOUND’unu anlatmalıyım. Öykü şöyle; bir gün bir çocuğun
evine bir penguen gelir. Güney kutbundan geldiğini öğrenir. Onu evine götürmek
için önce bir plan yapar, sonra bir tekne çakar ve yola düşerler. Görürüz ki
penguen ve çocuk birbirlerini çok severler ve dost olurlar.
Eftal
Gülbudak’ın oyunla ilgili değerlendirme toplantısında yaptığı yorumu yazmak
istiyorum: “Çocuk tiyatrosuna model olacak bir oyun izledik. Oyun
ihtiyacı dışında bir nesne barındırmıyordu. Oyunda bütün malzemeler büyük bir
ustalıkla ve doğru zamanda kullanılıyordu. Seyirciler için büyülü bir atmosfer
sunuldu ve bu oyunun sonuna kadar korundu ve birçok teknik gördük.”
Sahnede
siyah, üzerlerine tebeşirle çizilebilen iki pano, panolardan birinde bir kapı
vardı küçücük. Minik bir yükselti ve üzerinde yastık ve... büyük bir
kitap vardı; kırmızı ve yaprakları üzerinde duran. Aklımda kalan bazı
sahnelerden söz etmek istiyorum. Çocuk yavaş yavaş, adım adım çıktı sahneye
ellerini gördük önce, panoya resmini çizdi tebeşirle kendine baktı, çizdi.
Kendini tanıdı ve yine resim aracılığıyla seyircide de tanımlandı.
Pengueninse şemsiyesini gördük ve ilk şemsiyeyi gördüğümde her nesnenin kukla
olarak ustalıkla oynatıldığında nasıl canlanabildiğini o birkaç saniyede
gösterilen ustalık düşündürdü bana. Penguenden önce, dar fondaki küçük kapıdan
şemsiye çıktı ve tüm alanı bir baş gibi taradı, penguen ardından
çıktığında birinci hareket çoktan penguene mal edilmişti. Bu da nesne oyuncu
ilişkisi ve bu ilişkinin seyirciye yansımasında örnek bir andı. Penguen
de yine çocuk gibi kendini tahtaya çizerek tanımladı o mekânda ve seyirci
de karşılığını buldu resim aracılığıyla da.
Penguenin
elindeki şemsiye ile yarattığı oyunlar da anlatılmalı; çocuk öyle kolayca kabul
etmedi onu ve her evden kovulduğunda farklı bir şemsiye ile geldi penguen eve
ve şemsiyenin içinden, kenarlarından figürler ve başka sürprizler çıkıyordu.
Yolculuk başladığında zamanı, mekânı, olanları tanımlarken şemsiye
açıldığında kenarlarından çıkan figürler önemli oldu; oklar, balıklar, ay
vb.
Şemsiyeler
Penguen ve çocuk arasındaki ilişkiyi ve penguenin isteklerini de anlattı. Yola
çıkmaya hazırlanırken; Penguenin birçok şemsiyesi olduğunu gördük. Tekneye
yerleştirilen şemsiyelerin bir türlü bitmeyişi, bitse de clownesk oyunlarla
bitirmeyişi, çocuktan ayrılıp gitmek istemediğini gösteriyordu belki de. Sonra
o bir sürü şemsiye buzullar oldu vardıklarında oraya ve böylece mekânı
tanımladı.
Kitaptan
tekne ortaya çıkması da anlatılmalı! Akordeon biçiminde yapılmış ve
tekneyi oluşturan parçaları içine saklanmıştı. Sonra çocuğun yatağı olan
yükselti küçük bir plastik ördek önüne ve tekne gerçekten kayarak sahnede
ilerledi; sanırım yürüteç gibi bir mekanizma idi.
Değerlendirme
toplantısına gelirsek; Michele Beltrami eğlenceli bir başlangıç yaptı şöyle diyerek;
“sizle yaratıcı İngilizce konuşacağız. Çünkü biz iki clown’uz.” Bu oyunun
hikâyesi harika resimleri olan bir kitaptan alınmış. Kitabın adı “Bir
çocuk ve bir penguenin hikâyesi” Uluslararası bir okulda çalışıyorlarmış ve bu
oyunu yaparken düşündükleri iki ayrı dil konuşan insan nasıl anlaşır? imiş.
Uzun ve yoğun dramaturji çalışmaları yapmışlar. Yönetmenleri ayna kullanarak
çalışmış ve ayrı dil konuşan insanlar aynı hareketlerle ne demek isterler
üzerine çalışmışlar. Oyunun başında öncelikle, kendilerini tek tek tanıma ve
tahtada tanımlamalarını ise şöyle tanımladılar “gerçek hayattaki gibi
kendimizi tanımadan başkasını tanıyamayız”. Coşkuları, canlılıkları ve
samimiyetleri, benzersiz günlük ritimleriyle değerlendirme ve sonrasında da
kalbimizi çaldılar. Kahkahalarla ayrıldık onlardan sabah 6’da yola çıkacaklardı
çünkü. Özellikle ortak projelere açık olduklarını da belirttiler. Çocuk
tiyatrosu yapan, öğrenmek isteyenler için iyi birer kılavuzlar; peşlerinden
gitmek için internette de oldukça materyal var. Hepimiz için, gelmeleri büyük
kazanım oldu.
ANATOLE
SOKAK OYUNCULARI/CURCUNABAZLAR’IN Eftal Gülbudak tarafından
gerçekleştirilen gösterisi “SEN, BEN,O BİZ,SİZ,ONLAR” da ders
niteliğinde çalışmalardan. Benim henüz 3. İzleyişim... Daha önce iki kere de
sokakta izlemiştim. Sahnede de başka bir büyüsü vardı. Oyun dans, akrobasi,
pandomimi bazen seyirciyi de oyuna alarak bazen bizi sadece seyirde
bırakarak ilerleyen kendi içinde hikayesi olan sadece tek bir bölümün
bulunduğu, heyecan verici ve sevgi sevgi sevgi dolu bir gösteri. Belki de
onu böyle ci kılan oyuncunun ustalığı, kullanılan tekniklerin
çeşitliliğinin ötesinde bu denli sevginin yanında belki de çok
sevmekten yok olan kelebeğin ölümüyle karşıtların gerilimini
ve gerçeklik ve sorgulamayı da sağlaması. Bir sahne; her yerden, her yere akan
sevgiyi mayalıyor. İçinde hüzün olmayan bir tane iyi oyun izlememiş olmamı
düşündüm. Bir şair dostumun şüphesiz hayatın bir yanı sevgi ise sürekli akan
bir kanalının da hüzün olduğunu pek güzel sözlerle anlatışı aklıma geldi.
Eftal
Gülbudak için TEATRO TELİO’ dan teknik ve müzik alanında çalışan
Mauro Faccioli güzel şeyler söylerken önceliği iyi bir insan olmasına verdi
özellikle. Eftal Gülbudak değerlendirme toplantısında koca bir
salon çocuğu bu kadar coşturmak cesaretine hayretle ve hayranlıkla
bakakalındığı söylendiğinde, açıklamaya öncelikle “çocukları çok
sevdiğini” söyleyerek başladı. Bir oyunun beğenilmesi vs. için önce seyircinin
oyuncuyu sevmesi gerektiği söyledi. Oyunun yaratım süreci ile ilgili soruyu bir
oyunculuk öğrencisi sordu Alp Mora. Tek kişilik çalışmaları öncelikle her
şeyiyle kafasında oluşturduğunu, daha sonra seyirci önünde geliştiğini
belirtti. Bu oyun, çocuklar ve içindeki çocuğun ölmesine izin vermeyenler içindi.
Oradaki herkes hayranlıkla bakıyordu. Genç tasarımcı Feyza Tatar,
oyun daha başlarken kendisine seyirci olarak değer verildiğini, saygı
duyulduğunu hissettiğini, bunun kendisine yaşattığı minnettarlıkla nasıl da
kendisinin de aynı sevgi ve saygıyı, değeri verdiğini, oyunun bittiğine
ve oyuncunun gittiğine inanamadığını belirtti, ve sonra cidden geri dönüşü
Oyuncunun sahneye ve oyuna destek olanlarla bir daha selam vermesi
sevindirmişti onu. “SEN, BEN, O, BİZ, SİZ, ONLAR”.Küçük çocuklar oyun bitince ağlarlar
ya bazen: işte onu yaşayarak anlamamamızı sağlayan oyundur.
LÜLEBURGAZ
UÇAN ELLER KUKLA EVİ “APTAL KURT” adlı kukla oyunu ile katıldı festivale.
Çocuklar şen ve biz çocuklar kadar şendik. Çaylak ve aç bir kurt, oyun
boyunca avlamak istediği hayvanlardan pek akılsız olduğundan dersini alır
ve sonunda bir köylü öncülüğünde diğer hayvanlar onu, akıllarını
kullanarak avlarlar. Oyunda ilgimi çeken, geleneksel, tekrar eden motiflerle
örülü yapısıyla, ninemizden masal dinlemenin ve hayata hazırlanmanın o sıcak,
güvenli kollarında hissetmemdi kendimi. Müzikte de Anadolu Motiflerinin
bulunması bu lezzeti güçlendirdi. Kukla oynatımı ve ses kullanımı ustalıklıydı.
Sahne tasarımı seyirciyi yormayacak yalın değişimlerle gerçekleşiyordu. Birçok
yöntemi kullanışı, farklı dil arayışları ile her zaman genç kalacak bir tiyatro
olduğunu gösteriyor UÇAN ELLER KUKLA EVİ.
Hollanda’dan
SESSİZLİK TİYATROSU /DE STİLTE Tiyatrosu
MADCAP/DELİFİŞEK adlı dans tiyatrosu ile katıldı festivale. Jack
Timmerman’ın yazıp koreografisini gerçekleştirdiği dans tiyatrosu üç dansçının
birlikte olma çabalarını anlatıyor. Oyun sahneye yalnız başına yuvarlanan bir
yumurta ile başladı. Sahnede tek başına devinen bir nesne, ne denli etkileyici
onu gördüm. Sahne boştu, arkada bir yükselti ve sahne sağında ise
küçük telli tahta kafesler vardı üst üste yığılmış. Oyun sahnedeki birçok
yumurtanın gelişmesi ve bir kuşa dönüşmesi sürecinde; biz seyircilerde doğmak,
gelişmek ve büyümek üzerine duygu ve düşünceler yaratıyordu.
Oyuncular arası ilişkiye bakmak için öncelikle oyunun kısa tanıtımına bakalım ;
”üç dansçı oyundaki yerlerini fethetmek, hayallerini paylaşmak ve
arkadaşlıklarını pekiştirmek için sahneye girerler, İlişkileri test edilir.
Seçimler yapılır” diyor. İşte bu süreçte bir olmak, iki olmak, üç olamamak ve
orada yaşananları içsel ve dışsal süreçleri gördük. Oyunun çocuklar
tarafından dikkatle izlediğini belirtmeliyim.
Değerlendirme
toplantısına gelirsek... Yönetmen tiyatro serüveninde “Gerçek yaşamın
oynayarak geliştiğini öğrendik” diyordu. Eğlence ve keşfetmenin öneminden söz
etti. Her objenin farklı, kendinden başka birçok şekilde
kullanılabileceğini, herkesin anlamlandırmalarının bambaşka olabildiğini
ve verili sembollerle anlatmanın ve öyle algılanmanın doğru olmadığını
belirtirken, özgüllüğü ve öznelliği doğruluyordu. Bir süre önce bir
heykeltıraşla tanışmış ve Picasso üzerine performanslar yapmaya başlamış.
İneğin parçalarından bir bütünün nasıl oluştuğundan yola çıkarak bazı parçaları
farklı biçimlerde kullanıp, farklı bütünlemeler oluşturduklarında o
parçalarında değiştiğini görmüşler.
Bu
oyunda da yeni ve dönüşen, değişen parça bütün ilişkilerini gözlemledik.
Danstaki hareketlerin ise provalar sürecinde oluştuğunu belirtti. Oyunun
ritminin yavaş olduğu üzerine gelen eleştirilere yönelik olarak;
öncelikle çocukların algılaması için, bir çizgili kitabın sayfalarını çevirir
gibi düşündüklerini belirttiler. Çocukların baktığı, durduğu, düşündüğü, tekrar
baktığı bir kitabın sayfaları gibi düşünmüşler oyunu. Gerçekten, eylem
bazen öylesi yavaşlıyordu ki bir fotoğraf haline geliyordu. Bu
tekniğin çocukların algı biçimine uygun olduğunu belirttiler.
Böylece durma ve sahneler üzerine düşünme şansları oluyordu. Yavaşlamaya
hepimizin ihtiyacı olduğu üzerine konuşuldu ve yönetmen tam zamanınca,
şarap tatmayı oynadı bize.
Bulgaristan’dan
gelen THEATRE GROUP TEMP/TEMP TİYATRO GRUBU ise ATEŞTEN KANATLAR/WİNGS İN
THE FİRE Poi , contact stick vb. jonglörlük araçlarıyla
gerçekleştirilen bir ateş gösterisiydi. Jonglörler 15-20 yaş arası gençlerdi.
Gösterinin yazar ve yönetmeni Georgi Vrabchev oyunun iyilik ve kötülük
üzerine olduğunu meleğin kanatlarından birinin beyaz diğerinin siyah
olmasının da bunu vurguladığını; dünyada salt iyi ya da kötü olmadığını,
içimizde de iyi ve kötünün bulunduğunu anlattıklarını belirtti. Tanıtım
yazısında şöyle diyor: ”Bazen mükemmel olmak imkânsız da olsa mükemmellik
standartlaştı. Ve toplumumuzda görünüşe odaklanıp her şeyi halledebilirmişiz
gibi davranıyoruz. Sanki her şey daima yolundaymış gibi… Acaba özgüven ve
kapasite eksikliğimiz dışa vurmak bizi daha güçlü kılmaz mıydı” Nasıl bir bağ
anlamadım. Ancak karanlık, ürkütücü bir gösteriydi. O denli ateş içinde ışık
yok gibi hissettim. Değişik bir gösteriydi.
Oyunlar
üzerine bölümü ANATOLE SOKAK OYUNCULARI/CURCUNABAZLAR’ın
ÇER-VE-ÇE adlı açılış oyunu ile bitirmek isterim. Belli bir tema
üzerinden ilerleyen tek bir öykü yerine, birçok parçadan oluşuyordu. Bir
çerçeve ve üç oyuncu ile kurulmuştu oyun. Bu çerçeve içinde olmak,
kendini göstermek, çerçeveyi paylaşmak, çerçeveyle ya da çerçevede olmaktan
mutlu olmak, çerçeveden başka bir nesne olmadığı için onunla birlikte olmanın
keyfini çıkarmak, çerçeve ile sınırlarını zorlamak vb. Çerçevede dans, müzik,
akrobasi, jonglörlük….Gerçekten yaratıcı ve yıllar içinde gitgide
oyuncularını daha da ustalıklı bir noktaya taşıyacak vefakar bir nesne,
bir oyun. Günden güne demlendikçe, oyuncular kendini aştıkça seyir zevki
eşi bulunmaz oyunlardan biri olacak bir hüner hikâyesi.
Değerlendirme
toplantısında oyunun oluşma hikâyesini öğrendik. Aslında başka bir
oyun çalışıyorlarmış olmamış vs. ve bir gün ki herhalde bu süreçte atölye
yakınlarında çöpte şu an oyunda kullandıkları büyük çerçeveyi bulmuşlar.
Ve akıllarında tek bir nesne ile bir oyun gerçekleştirmek var imiş.
Açılışta;
aslında daha önceki oyunlarda olmadığını öğrendiğimiz, dikdörtgen
biçiminde bir sınır oluşturuldu ve oyunun diğer çerçevenin
bir bütünleyeni oldu. Bundan sonraki izleyişi ve genç oyuncuların geldikleri
noktayı heyecanla bekliyor olacağım. Çünkü her biri pırıl pırıl ve yaşama ve
oynama sevinci ile dolu; Lalizer Kemaloğlu, Elif Küçükkoyuncu, Ozan Yılmaz…
Hem
bize başka ne lazım ki… Çalışmak, çalışmak, çalışmak…
Çalışmalarımızda
çok önemli bir alanda atölye çalışmaları bu yıl iki atölye çalışması vardı.
Biri Ömer Adıgüzel Tarafından gerçekleştirilen yaratıcı drama atölyesi... Yazık
ki katılamadım. Ancak katılan oyuncular heyecanla anlatıyorlardı deneyimlerini.
Diğer atölye ise Yönetmen Jack Timmermans tarafından gerçekleştirilen
“VÜCUT İFADESİ” Atölyesi. Bu atölyeye festival katılımcıları yanında Uludağ
Üniversitesi'nden oyunculuk öğrencileri de katıldı. Bireysel, ikili ve grup
halinde gerçekleştirilen egzersizlerden oluşan atölyede, kendimizi, zamanı,
uzamı, onun içindeki hallerimizi keşfettik. Birbirimizle bedensel ilişki
kurmanın aracısızlığını, engelsizliğini deneyimledik. Eğlenceli ve verimli bir
atölyeydi.
Evet
yineleyim; hem bize başka ne lazım ki... Çalışmak,çalışmak, çalışmak...Bursa
Uluslar arası Çocuk Ve Gençlik Tiyatroları Festivali’ne emeği geçen herkese,
tüm dostlarımıza sevgi ve saygılarımı sunuyorum
Bursa
Festivali Raporu/Nedim Buğral
Birinci
Çocuk: Ne dedi?
İkinci
Çocuk: Çekirdeği yedi.
Birinci
Çocuk: Kim?
İkinci
Çocuk: Karınca.
Öğretmen:
Susun bakayım, tiyatroda konuşulmaz.
Yukarda
yazılana yakın diyaloglar Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde salonun arka
koltuklarında gerçekleşti. Oyunun ismi Kırmızı Erik Çekirdeği (Tarla Faresi
Tiyatrosu). Oyunun naif bir hikayesi var. Oyuncunun tek başına bir salon dolusu
çocuğu zaman zaman zorlanarak da olsa elinde tutabildiğini de belirtmeliyim.
Oyunu birinci sınıf öğrencilerimle birlikte izledim. İzlediklerimden yola
çıkarak bazı çocukların yaşamış olabileceklerini aşağıdaki kurgu ile anlatmaya
çalışacağım.
Yer:
Sınıf
Öğretmen:
Çocuklar kitaplarınızı ve defterlerinizi sıranın gözüne bırakın. Servise kadar
koşturmadan beni takip edin.
Öğrenci:
Öğretmenim tiyatroda palyaço var mı?
Öğretmen:
Bu oyunda kuklalar varmış.
Öğrenci:
Yaşasın.
On
dakika sonra.
Öğrenci:
Öğretmenim Berkay ayağa kalkıyor.
Öğretmen:
Uslu durun yoksa okula geri döneriz. Oyunu da izlerken şımarmak yok tamam mı?
Sınıfta oyunla ilgili sorular soracağım…
Devamında
bilindik tiyatro sessiz izlenir söylevi.
Onbeş
dakika sonra: Çocuklar ördek yavruları gibi öğretmenin arkasından salondan
içeriye giriyorlar. Salonun içinde oturma telaşı ve bilindik çocuk gürültüsü.
Bütün çocukların yüzleri gülüyor. Keyifleri yerinde.
Bazı
çocuklar için ise aynı durum geçerli değil. Oturdukları yerden tek gördükleri
şey önlerindeki koltukların kırmızı kumaşları. Koltukları açmadan dikine
oturanlar da öğretmenden fırça yiyor.
Öğretmen:
Koltukla oynamayın. Berkay, sınıfa dönünce…
Salonu
aydınlatan ışıklar kapanıyor. Çocuklardan alkış. Oyuncu ablalarının sorularına
bir ağızdan yanıt.
Oyun
başladıktan on dakika sonra.
Öğrenci:
Ne dedi?
Öğrenci:
Karınca gelmiş.
Öğretmen:
Susun bakayım! Tiyatro sessiz…
Çocuklar
oyuncunun elindeki çekirdeği görmek, avuç içinde tuttuğu objenin ne olduğunu
anlamak için Bursa’daki Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nin arka sıralarında büyük
bir çaba sarf ediyor. Güliver Devler ülkesinde gibiler. Koltuklar çocuklar için
büyük, sahne çocuğa çok uzak ve sahnede olanı görmeye anlamaya çalışan çocuklar
ayağa kalkınca gardiyan öğretmenin acımasız müdahalesi.
Öğretmen:
Oğlum otur bakayım yerine…
Bu
gözlemlediklerimden sonra 17. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Festivali’ni
organize edenlere birkaç tavsiyem ve sorum olacak.
-
Kocaman salonun en arkasından avuç
içindeki küçücük bir nesneyi görebilmesi için salonun arkasında oturan
çocuklara dürbün dağıtılabilir mi?
-
Hazırlık sınıfı (5-6 yaş) ile beşinci sınıf (12) öğrencilerini aynı anda 350
kişilik bir salona tıka basa doldurunca; çocuğunu elinden tutup tiyatro
izlemeye gelen münferit izleyici kapıdan döndü, ya da merdivenlere oturdu.
Birbirinden bu kadar uzak yaştaki öğrencileri aynı anda salona alan, salonu
tıka basa dolduran bu organizasyon yapısı, ticari-korsan-niteliksiz-bavul
tiyatrolarının yaptığından çok farklı mıdır? Her akşam çocuk tiyatrosunun niteliği
için yapılan tartışmalarda bu alanın elitlerinin söylediği ile gerçekleştirdiği
arasında bir tutarsızlık mı var, ben mi eleştiri de ölçüyü kaçırdım?
-
Bir sorum da Bursa Büyükşehir Belediyesi yetkililerine. Çocuk Sanatevi biz
yerel tiyatrocuların en ufak bir direnci (hatta haberi) olmadan kimlere, ne
amaçla tahsis ediliyor? Yukarda bahsettiğim oyun ve festivale gelen pek çok
oyun için doğru sahneleme yerinin Çocuk Sanatevi’nin olduğunu düşünmekteyim ama
orası artık çocuğa sahnedeki erik çekirdeği kadar uzak!
Anne:
Bu gün tiyatro nasıldı kızım?
Çocuk:
Ben bir daha tiyatroya gitmek istemiyorum.
Anne:
Neden?
Çocuk:
Hiçbir şey göremedim. Üstelik öğretmenim bana oturmadığım için kızdı.
Sanırım
çocuk sadece bir sayı. Bu yıl festivali 7500 çocuk ücretsiz izledi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder