29 Ekim 2013 Salı

Bilge Gültürk'ün Festival İzlenimleri




18. Bursa Assitej Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali'ne dair Tiyatro Bereze üyesi Bilge Gültürk'ün izlenim yazısını aşağıdaki bölümde okuyabilirsiniz. 



Festivale aslında gözlemci olarak gelmedim. Tiyatro BeReZe üyelerindenim. Haluk Hoca’nın ricası üzerine görüşlerimi kendimce dile getirmeye çalışacağım. Usule dair yanlışlarım olursa affedin. Festivale hem BeReZe ile, hem Tiyatrotem ile, hem de çevirmen olarak pek çok kez katıldım. Bu yıl, başından sonuna dek herkesle birlikte olabilmek benim için bir yandan çok keyifliydi, bir yandan da festivalin bütününü görebilmem ve değerlendirebilmem açısından faydalı oldu.


Bursa’ya Pazartesi günü öğleden sonra ulaşabildiğimden, açılış törenini ve açılış gösterilerini ne yazık ki izleyemedim.

Festivalde izlediğim ilk gösteri Moldovalı ikilinin “Dede ve Turna” isimli kukla oyunuydu. Geleneksel bir hikâyeyi konu alan oyun, sahne düzeni, kullandığı malzemeler, renkler ve müzikleriyle çok sıcak ve keyifliydi. Kuklacıların samimiyeti ve ustalığı kolayca görülebiliyordu. Ancak salon seçimi, bu sade ve sevimli oyunun seyirciyle buluşmasına neredeyse engel oldu diyebilirim. Kullanılan yer bir tiyatro mekânı değildi. Bu her zaman büyük bir sorun olmayabilir, ama en azından binanın geri kalanından yalıtılmış bir mekan olmalıdır ki, oyunun dünyasına hep birlikte daha iyi konsantre olabilelim. Bundan daha önemlisi, salonun ince uzun biçiminin seyri çok güçleştirmesiydi. Ben şanslıydım; en önde, kenardan izleyebildim. En ön üç, dört sıradaki çocukları gözlemleyebildim. Hepsi, gözlerini ayırmadan izlediler oyunu. Ama dördüncü sıradan sonra, seyir yerinde eğim de olmadığından, çocuklar sahneyi göremediler ve ister istemez dikkatleri dağıldı. Yaklaşık 30 cm büyüklüğündeki kuklaları da o uzaklıktan izleyebilmek mümkün değildi. Bu tip oyunlarda, salonun seyirci sayısı kadar biçiminin de önemli olduğunu düşünüyorum. Seyircilerin sahneyle daha iç içe olabileceği, sahnenin etrafına toplanabileceği, kuklaları yakından görebileceği mekânların sağlanmasının hem seyircileri, hem de oyuncuları mutlu edeceğini düşünüyorum.

Aynı gün, öğleden sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’ndan “Damlaların Dansı” isimli oyunu izledik. Oyun görsel olarak çok etkileyiciydi. Özellikle damlaların hareketini sağlamak için kullanılan malzeme bende o kadar merak uyandırdı ki, oyundan sonra gizlice kulise girip kuklaların nasıl yapılmış olduğuna baktım. Ancak, görsel olarak onca ustalıkla yapılmış bir oyunun öyküsünün bir o kadar gevşek bir yapı izlemesi beni şaşırttı. Bu gevşekçe örülmüş öyküye bir de tekdüze bir tempo eklenince, her türlü ilgi çekiciliğine rağmen zor izlenen bir oyun ortaya çıkmıştı.

Bu günün talihsizliği, Tiyatro Tempo’nun oyununa geç kalışımız oldu. Yemekten ayrılıp, otobüsümüze binip oyuna gelene kadar oyunun neredeyse 15 dakikası geçmişti. Zaten yaklaşık 35 – 40 dakika olan oyunu keyfine vararak izleme şansını kaybetmiş olduk. Ama bundan daha önemlisi, çok kızdığımız bir şeyi kendimiz yapmak durumunda kalmamızdı. Salona girerken çok sessiz olmaya çalıştık, ama oyuna ortasından giren seyirci ne olursa olsun hem oyuncuların, hem seyircilerin dikkatini dağıtır. Eğer katılımcıların bir yerden bir yere gitmesi festival tarafından organize ediliyorsa, oyunlara zamanında yetişme konusunda da daha sorumlu olunmalı. Tiyatro Tempo’ya ayıp ettik.

Çarşamba günü, ilk oyunumuz Uçaneller topluluğunun “Yeşil Pingi” oyunuydu. Bu oyun için yalnızca, her şeyiyle özensiz bulduğumu söyleyebileceğim sanırım.

Çarşamba’nın öğleden sonraki oyunu da fazla söz gerektirmiyordu. Ancak bu kez tam tersi sebeple: Her şeyiyle son derece özenli, bir o kadar da keyifli bir oyundu. Festivaldeki gençlik oyunlarının sayısının arttırılması açısından da çok talihli bir seçimdi.

Sonraki gün İran ve Gürcistan vardı. Oyunlarla ilgili ne düşündüğümden halen emin değilim. Bu güne dair, oyunlar değil, organizasyonla ilgili bir konu düşündürdü beni. İkinci oyunu izledikten sonra Cumalı Kızık’a nefis bir geziye çıktık. O sırada festivalde olan pek çok gözlemci ve katılımcı bizimle birlikteydi. Fakat geziden dönüşte, Kerem Eser’in saat 18.00’de başlayan gösterisine gitmek yerine, otele dönüldü. Bu yıl, AVM ya da açık alanda tek kişilik gösterilerini yapan iki oyuncu Onur Kaya ve Kerem Eser, katılımcıların ve gözlemcilerin hareket programına dahil edilmemişti. Anladığım kadarıyla bu gösterilere seyirci organizasyonu da yapılmamıştı. Bunun sebebini pek anlayamadığımı itiraf etmeliyim. Böyle olunca çoğumuz bu gösterileri izleyemedi. Festivalde bir araya gelmemizin en güzel yanlarından biri, birbirimizin işleri ile ilgili fikir alışverişi yapmakken, bu arkadaşlarımız için bu fırsat ne yazık ki büyük ölçüde ziyan oldu.

Cuma günü bizi yine sıkışık bir program bekliyordu. Sabah Tiyatrotem’in oyunu, ardından Bulgaristan, sonra yemek, ve daha sonra Estonya’nın oyunu... Elbette mümkün değildi böyle bir şey. Nitekim Estonya’nın oyununun ancak son 5 – 10 dakikasına yetişebildik. Katılımcı ve gözlemcilere belli bir hareket programı sunulması, onların ulaşımının sağlanması ve böylece herkesin hemen hemen tüm oyunları izleyebilmesi, her festivalde bulamayacağınız bir ayrıcalık. Yıllardır festivalin en çok sevdiğim yanlarından biridir bu. Fakat sanırım program yapılırken belki biraz daha hesaplı olunmasına dikkat edilebilir.

Bunun dışında, Estonya’nın oyununda yine sık rastladığımız bir sorunun yaşandığını, oyunun sadece son 5 dakikasını izlesek bile görebiliyorduk: Tayyare Kültür Merkezi’nin salonu o gösteri için çok büyüktü...
Ve festivalin son günü kendi oyunumuza sıra gelmişti nihayet. Bir gece önceden dekorumuzu kurmaya, ışığımızı yapmaya gittik. Tayyare Kültür Merkezi gibi büyük bir salonu az sayıda seyirciyle kullanabilmek için, yıllar önce izlediğimiz bir gösteriden arakladığımız çözümü uygulayacaktık: Sahne üzerine platformlar koyarak, seyir yerini sahne üzerine almak. Dolayısıyla, o akşam yapılması gereken işlerden biri platformların kurulmasıydı. Malzeme/dekor olarak da, ölçülerini belirttiğimiz bir sehpa ve arka fonumuzu asmak için bir düzenek gerekiyordu. Bunları hem yazılı, hem sözlü olarak festival ekibine bildirmiştik. Ancak Tayyare’ye vardığımızda, tiyatronun bizi bekleyen ekibi, bunların hiçbirinden haberdar olmadıklarını söylediler bize. İhtiyacımız olan her şey, o akşamki ekibin iyi niyeti ve çalışkan tavrı sayesinde en iyi şekilde çözüldü. Ama anladığımız kadarıyla, ihtiyaçlarımızın bildirilmesi, bizden çıkıp, tiyatronun çalışanlarına gelirken, bir yerde takılmış. Bunun hangi aşama olduğundan emin değiliz. Fakat akşam orada bizi bekleyen ekibin bireysel çabası olmasaydı, çok büyük imkânsızlıklarla karşı karşıya kalabilirdik...

Bu festivalin en önemli özelliklerinden biri, akşamları yapılan değerlendirme toplantıları. Yıllar içinde bu toplantıların karakterinin nasıl değiştiğini bu yıl bir kere daha gördüm. Eskiden çok daha sert eleştiriler yapılır, çok daha öznel bakışlar, kişisel zevkler hâkim olurdu yorumlara. Şimdi, daha olumlu, daha yapıcı, daha meraka dayalı sözlerin dolaştığını gözlemliyorum. Ama bu kez de şunu sormadan edemiyorum: Acaba şimdi de kibarlık edip düşüncelerini söylemekten kaçıyor mu meslektaşlarımız? Bu yıl Danimarka’dan Henrik Köhler ve Peter Manscher tarafından yapılan – ve ne yazık ki katılamadığım – atölye çalışması, anladığım kadarıyla, ikisi arasında iyi bir denge sağlayabilmek adına faydalı oldu.

Söylediğim gibi, bu festivalde birçok kez bulundum. Her festival olduğu gibi, bu festivalde de çok hoş insanlarla tanıştım, keyifli oyunlar izledim. Ama yıllar içinde festivalin küçüldüğünü, hem gösteri sayısının, hem katılımcı sayısının azaldığını görmemek mümkün değil. Bu küçülmeden sadece nicelik değil, belki nitelik olarak da söz edilebilir. Eskiden beni çok etkileyen, çok ilham veren oyunlar izlerdim. Festivalde bulunmak benim için çok besleyici olurdu; sonbahar gelse de Bursa’ya gitsek diye beklerdim. Şimdi de güzel işler izliyoruz, hoş meslektaşlarla tanışıyoruz. Ama eski zenginliği bulamadığımı hissediyorum.

Öte yandan, festivalin organizasyonunda bazı şeylerin artık çok daha dikkatle ele alındığı bir gerçek. Ekiplerin talep ettiği sahne ölçülerine, seyirci sayısına ve yaş grubuna, eskisine kıyasla çok daha büyük dikkat gösteriliyor. Her geçen yıl işlerin biraz daha yolunda gittiğini görmek mutluluk verici.

18. Bursa Assitej Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali İzlenim Raporu
 


Son olarak, değerlendirme toplantılarındaki çeviri konusundan bahsetmeden geçemeyeceğim. Son birkaç yıldır çevirilerin yetersizliği sanırım herkesin dikkatini çekiyor. Bu yıl, geçen birkaç yıldan bir nebze daha iyiydi diyebilirim. En azından İngilizce’den Türkçe’ye çevirilerde daha iyi kotarılabiliyordu. Ama özellikle Türkçe’den İngilizce’ye çevirilerde büyük anlam kayıpları ve kavram kargaşaları ortaya çıktığını söylemek zorundayım. Bu, dile hâkim olmamak kadar, konuya hâkim olmamaktan da kaynaklanıyor. Hele hele değerlendirme toplantılarında hepimiz neyi nasıl söyleyeceğimize onca dikkat ederken, bin düşünüp bir söylerken, bu çabanın çeviri esnasında birden bire güme gitmesi, yapıcı diyalogları köstekliyor ne yazık ki. Çevirmenlerin daha özenle seçilmesi festivale çok şey katacaktır.
Umarım seneye yine görüşürüz...
Bilge Gültürk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder