18.Bursa Uluslararası Çocuk ve Gençlik
Tiyatrosu festivali kapsamında 24 ve 25 Ekim tarihlerinde Bursa’daydım.
Bugünkü yazımda festival programı kapsamında düzenlenen bir atölye
çalışmasına dair izlenimleri yazmak istiyorum. İlk olarak atölye
çalışması sırasında aldığım notları paylaşmak, daha sonra da kısa bir
değerlendirme yapmak istiyorum.
Sadece festivale katılan tiyatro grubu
ve gözlemcilere açık olan atölye çalışması, Danimarka Assitej örgütü
üyelerinden oyuncu ve yönetmen Henrik Köhler ve kurumsal iletişim
sorumlusu Peter Manscher tarafından yürütüldü. Doç. Dr Tülin Sağlam
atölye çalışması sırasında katılımcılar ve yürütücüler arasındaki
iletişimi sağlamak için hem çevirmenlik hem de moderatörlük yaptı. Üç
saat süren atölye çalışmasının konusu “Yapıcı Diyalog Yöntemiyle
Eleştiri” olarak adlandırılabilir. İngilizce’si ‘appreciative’ olan
sözcük takdir etmek, kıymet bilmek, değer bilmek anlamlarında kullanılan
bir sözcüktür.
Atölye yürütücüleri ‘appreciative
thinking’ diye adlandırdıkları değerlendirme yöntemini, esasen
Danimarka’da profesyonel tiyatro grupları arasında süren bir gelenek
olduğunu belirttiler. Yapıcı diyalog yöntemiyle yapılan eleştiri ve
değerlendirmenin aşamaları, atölye yürütücüleri tarafından şu şekilde
aktarıldı. Atölye yürütücüleri ilk olarak yapıcı bir değerlendirme
anlayışının ana ilkelerini sıraladılar.
1) Size rakip veya düşman olarak görebileceğiniz karşınızdaki insanın yapıcı katkılar sunabilecek kapasitede olduğuna inanmak
2) Öteki kişinin söylediği şeyin bir
anlamı ve değeri olduğunu bilmek, size etkili gelen bir şeyin diğer kişi
için bir anlamı olamayacağını da düşünmek
3) Sadece kendi fikirlerimizden yola çıkmamak
4) Sanatsal değerlendirmede “doğru” ya da “yanlış” cevaplar aramamak
Bu ilkelerden sonra, bir oyun
değerlendirilmesi yapılırken “otantik ve açık uçlu sorular” sorulması
gerektiğini ifade ettiler. Bu soruların özelikleri ise,
1) Zaten cevabı bilinen sorular sormak yerine
2) Kişinin izlediği bir gösteriye dair esasen kendi bireysel deneyiminden yola çıkması
3) Açık uçlu ve merak uyandıran sorular sorulması
4) “Lütfen detaylı bir şekilde ne yapmak istediğinizi açıklar mısınız?”, “Bunu demek isterken neyi kastetmek istedin?” tarzında karşı tarafı anlamaya dönük sorular sorulması
Atölye yürütücüleri her seyircinin, daha
salona girdiği andan itibaren bir beklentisi olduğunu belirtti.
Seyircinin oyunla ilgili görüşünün oluşmasında, yanında oturduğu
seyircinin bile etkisi olduğunu söylediler. Oyunla ilgili beklentiler ve
oyunu izledikten sonraki izlenimler arasındaki dinamik yapı, bir
kişinin bir oyuna dair değerlendirme yapmasını sağlar. Bu noktada Henrik
Köhler sağlıklı bir değerlendirme için, bir tiyatro gösterisini
değerlendirirken 7 ana kriter olması gerektiğini vurguladı. Bu
değerlendirme kriterleri:
1) Sanatsal kriter (oyunun estetik niteliği)
2) Metin (sözsüz bir oyun olsa bile gösterinin bütünü)
3) Sahneleme çözümleri (grubun sahneleme sürecinde bulguladığı araçlar)
4) Oyuncunun çalışması (oyuncunun performansı)
5) Seyirci ile ilişki (çocuk ve genç seyirci üzerinde oyunun etkisi)
6) Topluluğun becerileri ve niyetleri
7) Etik (topluluğun oyunla verdiği iletinin etik niteliği)
Atölye yürütücüleri bu kriterleri de
sunduktan sonra, model olarak ortaya koydukları tartışma yöntemine dair
bir uygulama yaptırdılar. Atölye katılan herkes 24 Ekim Cuma günü Bursa
Adile Naşit Sahnesi’nde sergilenen Tiyatro Tem’in Böyle Devam Edemeyiz
adlı gösterisini izlemişti. Model tartışma önerisi de, Tiyatro Tem’in
Böyle Devam Edemeyiz adlı oyunu üzerine yapıldı. Tiyatro Tem’in bu
öneriyi kabul etmesi ve gönüllü olması da oldukça önemliydi. Atölye
yürütücüleri ilk olarak, sırasıyla şu uygulamaları yaptırdılar.
1) Herkes sabah izlediği oyun üzerine 1 dakika düşündü, kısa notlar aldı.
2) İkili gruplar oluşturuldu ve biri
diğerine 5 dakika oyun hakkındaki bireysel izlenimlerini anlattı.
Dinleyici olan kişi “otantik ve açık uçlu” sorular sorarak, anlatıcıyı
yönlendirdi. Aynı şekilde diğer kişi de deneyimlerini 5 dakika diğerine
anlattı.
3) Daha sonra topluluk ile konuşma
aşamasına geçildi. 6’ar kişiden 3 farklı grup yapıldı ve her grup oyunu
çıkaran grubun üyeleri ile değerlendirme kriterlerini dikkate alarak 30
dakika boyunca tartışma yaptı.
4) Son olarak da, Tiyatro Tem üyelerine
“yapıcı diyalog” yöntemiyle yapılan değerlendirme sürecine dair “siz ne
düşünüyorsunuz?” sorusu soruldu.
Atölye yürütücüleri dört tür soru sorucu tipi olduğunu vurguladı. Bunlar
a) Dedektif: Topluluğun üretimi hakkında sorgulayıcı yaklaşım
b) Antropolog: Performans hakkında oldukça spesifik ve detaylı sorular sorma ve araştırma yapma
c) Futurist: Performans hakkında daha
çok geleceğe dair öneri ve fikirler ortaya koyma (Aslında şöyle
yapabilirdiniz? sorusu gibi)
d) Kaptan: Gösterideki sorunları çözmeye
yönelik analizler ve somut önerileri hayata geçirme (Evet yarınki eylem
planımız ne? sorusu gibi)
Atölye çalışmasındaki Tiyatro Tem’in
oyunu üzerinden yapılan uygulama aşaması bir hayli canlı ve verimli
geçti. Gruplar atölye yürütücülerinin önerilerini anlamaya dikkat
ederek, grup üyelerinden Ayşe Selen, Şehsuvar Aktaş ve Ayşe Bayramoğlu
ile karşılıklı bir tartışma ortamı oluşturdu. İzlenen oyunun estetik
kalite bakımından da başarılı bir örnek olması, tartışmanın verimli
ilerlemesinde etkili oldu.
Atölye çalışmasına dair notlarımı
paylaştıktan da sonra kendi izlenimlerimi yazmak istiyorum. Türkiye’de
eleştiri kültürü konusunda bir tartışma geleneğine sahip olmadığımız
için, bu atölye çalışmasının katılımcılar açısından yararlı olduğunu
düşünüyorum. Türkiye’de daha çok profesyoneller tarafından “ürün
merkezli ve sonuç odaklı” yapılan fakat çok da altı doldurulamayan bir
eleştiri geleneğimiz olduğu yadsınamaz.
Henrik Köhler ve Peter Manscher
tarafından yapılan model önerisini, esasen karşı tarafı “anlamaya ve
çözüm geliştirmeye dayalı” bir eleştiri anlayışı olarak değerlendirmek
daha yerinde olacaktır. Eleştiriden kasıt grubun yaptıklarını analiz
etmek ve olası çözüm önerileriyle (tabi eğer grup bu önerilere açıksa)
grubu desteklemek olarak anlaşılıyor. Özelikle de “yapıcı diyalog”
modelini, çocuk ve gençlik tiyatroları alanında işbirliği içinde olan
grupların sıkça başvurduğu bir meslek dayanışması olarak okumak daha
doğru olacaktır.
Atölye çalışması sırasında Prof. Dr
Zehra İpşiroğlu da bu durumu bir eleştiri olarak getirdi aslında.
Modelin eleştiriden ziyade profesyonel tiyatrocuların sorunlarını
çözmeye dönük bir tür “coaching” yaklaşımı olduğunu vurguladı.
“Coaching” yani koçluk faaliyeti, günümüzde eğitimden sanata iş
dünyasında sıkça kullanılan ve neo-liberal politikalar ekseninde oluşan
“birey veya grup odaklı” profesyonelce (ücret karşılığı) yapılan bir
danışmanlık faaliyetidir. Zehra İpşiroğlu, “yapıcı diyalog” modelinin
esasen “coaching” yaklaşımına daha yakın, eleştiriye daha uzak bir yerde
durduğunu vurguladı. Ben de bu noktada Zehra İpşiroğlu’una katıldığımı
belirtmek isterim.
Zaten yukarıda sayılan kriterlere
bakıldığında ve uygulama aşamasındaki deneyimlerimi düşündüğümde, daha
çok topluluğu anlamaya dönük doğru sorular sorma etkinliği yapıldığını
düşünüyorum. “Yapıcı eleştiri” modelinin, yapıttan uzaklaşma, yapıta
mesafe koyma gibi eleştirel aşamalara çok fazla izin vermeyen bir model
önerisi olduğunu düşünüyorum. Zaten Henrik Köhler, bu yorum üzerine
kendilerinin esasen “soru sorma üzerine yöntem” önerdiklerini belirten
bir cevap verdi. Kişilerin gündelik hayatta ve sanat çalışmalarında
agresif ve tepkisel tavırlar yerine, uzlaşmacı ve empati oluşturan
tavırlardan daha çok hoşlandıklarını belirtti. Bunu açıklamak için,
Peter Manchser ile küçük bir canlandırma yaptı. Arkadaşının ona ikram
ettiği kekin kuru olmasını “açıklayıcı ve yargılayıcı” cümleler
kullanarak doğaçladı. Karşı tarafı anlamak isteyen bir kişinin
yargılayıcı tavırlardan uzak olmasının daha doğru olduğunu belirtti.
Atölye çalışmasına ortaya konan
yaklaşımın “süreç merkezli bir eleştiri kültürüne” katkı sunduğunu ancak
eleştiri aşamasına geçilmediği için (ikinci aşama) de eksik kaldığını
düşünüyorum. Model birinci aşama açısından demokratik bir çerçeve
sunmakta idi. Topluluğu anlama çabasının belirli kriterler üzerinden
yapılmasını bu anlamda önemsiyorum. Türkiye’de ana akım eleştiri
anlayışı, “yapıt merkezli” olduğu için “topluluğu anlama çabası”
gerçekten önemli bir yerde duruyor. Eleştirmen “narsizminden” kurtulmak
için karşı tarafı anlamak önemli bir başlangıç noktası. Ancak “eleştiri
olmadan gelişme olmayacağı” için de biraz eksik kalan bir model ortaya
çıkıyor.
Ayrıca bu tarz bir tartışma yapabilmek
için grupların arasında belirli bir tartışma hukuku olması ve gönüllülük
gerekiyor. Örneğin festivalin en iyi gösterilerinden birisi olan
Tiyatro Tem’in gösterisinin seçilmesi bu anlamda olumlu oldu. Ancak bu
noktada seyircinin çok da beğenmediği bir gösteri olsa ve “tartışmaya
kapalı” bir grup olsa ne olacağını da düşündüm açıkçası.
Yazımı bitirirken tarihsel bir
hatırlatma da yapmak istiyorum. Türkiye’deki ana akım eleştiri anlayışı
dışında, amatör ve alternatif tiyatrolar bölgesinde yapıcı tartışmaların
uzun yıllardır yapıldığını da unutmamak gerekir. En azından bir gelenek
olarak üniversite gruplarının birbirini değerlendirmesi ve bunu
birbirini anlamaya dönük bir şekilde yapması konusunda eğilim olduğu
söylenebilir. Hatta gruplar arasında zaman zaman ihtilaflar oluşturan bu
mesele ile ilgili İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu arşivindeki
Ömer Faruk Kurhan’ın İATP–Eleştiri Politikaları–Tercihler adlı yazısına bakılmasını öneririm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder