30 Kasım 2013 Cumartesi

Fatoş İpekdal'ın Bursa Festival İzlenimleri



Bu yıl 21-26 Ekim tarihlerinde düzenlenen 18. Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali’ne gözlemci olarak katılma olanağı buldum. Festivale İtalya, İran, Moldova, Gürcistan, Estonya, Bulgaristan ve Türkiye’den toplam 12 tiyatro topluluğu katıldı. Ayrıca, kamuya açık alanlarda jonklör, pantomim ve canlı heykel performansları sergilendi. Festivalde 6 farklı atölye çalışması, “70’li yıllarda çocuk tiyatrosu ve Ankara Çocuk Tiyatrosu” başlıklı bir de söyleşi gerçekleşti. 


İzlediğim oyunlarla ilgili gözlemlerim:
TÜRKİYE/Tiyatro Tempo-Uçmak Özgürlüktür
İlk izlediğim oyun, Türkiye’den katılan Ahmet Önel’in yazdığı, Tiyatro Tempo’nun oynadığı “Uçmak özgürlüktür” adlı kukla tiyatrosu gösterisiydi. Festivalin merakla beklediğim oyunlarından olan gösteri, tarihimizden bir kesiti hatırlatarak ,hayallerin peşinden koşmanın önemini ve özgürlüğü vurguluyordu. Kısaca konusundan söz etmek gerekirse, Hezarfen Ahmet Çelebi kanat yapıp Galata Kulesinden atlayıp uçmak ister. Bu isteği, hayali halk alaya alırken Saray engellemeye çalışır. Ne var ki, Hezarfen hayalinin peşini bırakmaz, engelleri aşarak uçmayı başarır ve Galata’dan atlayıp Üsküdar’a konar. Bu tarih kokan hikâyeyi Haluk Yüce ve Marina Yüce, usta oyunculuklarıyla sahneye taşıdılar. Oyunda bunraku, gölge, “muppet” ve iki boyutlu kukla tekniklerini, Türkiye’nin en deneyimli ellerinden izlemek çok keyifliydi. Dekor tasarımı tarihsel dönemi anımsatmaya yönelik hazırlanmıştı. Sahne geçişlerinin kesintisiz biçimde verilmesi etkileyiciydi. Değerlendirme toplantısında, Hezarfen’ın rüya sahnesinde projeksiyon kullanılması ve seslendirmenin oyunun dokusuyla uyumsuzluğu paylaşıldıysa da, geleneksel anlatı biçimi kullanılan ‘’Uçmak Özgürlüktür’’ , çocuk seyircilerin ve festival katılımcılarının en beğendiği oyunlardan biri oldu.

TÜRKİYE/Uçaneller Kukla Evi-Yeşil Pingi’nin Masalı
Lüleburgaz Uçaneller Kukla Evi “Yeşil Pingi’nin Masalı” adlı oyunu ile festivale katıldı. Oyunun yazarı ve yönetmeni Theodora Popova idi. Oyunun kısaca konusu, kurbağa gibi yeşil olmaktan hoşnut olmayan ve başka bir renk olmaya çalışan Yeşil Pingi’nin rengini bulmak için yollara düşmesiydi. Aslında oyun, farklı olmanın zenginliğini, ötekileştirmenin yarattığı kötü sonuçları anlatmaya çalışıyordu, fakat bunu diğer Pingi’lerin renklerini değersizleştirerek yapması, yine bir ötekileştirmeyi doğurduğunu düşündürdü izleyiciye. İzleyici alanının kordonlarla sınırlandırılması, sahneyi görmeyen kör noktalara seyirci oturtulmaması, çocuklara verilen değeri açık biçimde gösteriyordu. Yeşil Pingi’nin hareketlerindeki yumuşak doğası çok hoştu. Diğer kuklaların performansı bu çizgide değildi. Yeşil Pingi’yi tek bir oyuncu oynatırken diğer altı kuklayı da bir oyuncunun oynatması performanslardaki farklılığı açıklayabilir. Dekor ve kuklalar atık plastik malzemelerin kullanılmasıyla oluşturulmuştu. Kukla tasarımları zengin ve yaratıcıydı. Oyundan sonra çocukları sahneye davet edip kuklalara dokunmalarını, onları daha yakından tanımalarını sağlamaları ise sıcak bir veda oldu.

TÜRKİYE/BGST Tiyatro Boğaziçi-Musahipzade ile Temaşa
Tiyatro Boğaziçi'nin “Musahipzade ile Temaşa” adlı oyununu Tayyare Kültür Merkezinde izledim. Oyun, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde Türkiye Tiyatrosu’nun gelişkin örneklerini vermiş bir tiyatrocu Musahipzade Celal’i konu almaktaydı. Oyunda, anlatıcı aracılığıyla Musahipzade’nin hayat kesitleri ve eserlerinin sahnedeki yansımasını episodlar halinde gördük. Ortaoyunu ve Karagöz’ün ruhuyla akıcı bir şekilde izliyoruz sahneyi, komiklere gülüyoruz, müziğiyle eğleniyoruz. Adaletsizliklere dokunduğunda da, yanı başımızda buluyoruz Musahipzade’yi. Oyun metnini Tiyatro Boğaziçi yazmış. Musahipzade ile Temaşa dramaturjik yapısı sağlam bir oyundu. Dekor tasarımı oldukça sade, ortaoyununa uygun yapılmıştı. Kostümler dönem giysileri olup,renkliydi. Oyuncuların performansı görülmeye değerdi. Öyle ki, kadınların her iki cinsiyeti aynı yüksek oyunculukla sergilemeleri etkileyiciydi. Beş kişilik oyunda beş ayrı iyi performans, ritminde hiç düşüş olmadan, oyun sonuna kadar seyircisini bırakmama özelliği pek az oyunda olur. Seyircilerin oyuna alkışlarıyla tempo tutması, oyundan çıkarken yüzlerimizdeki tebessüm, oyunun ne kadar başarılı olduğunun göstergeleriydi. Tiyatro Boğaziçi’nin Musahipzade Celal’i, onu pek de tanımayan gençlerle buluşturma çabası, sıkı bir gençlik oyununu doğurmuştu.Tiyatroya yeni genç izleyiciler kazandırma  işlevi gören oyunun, gençlik tiyatrosunda önemli bir boşluğu doldurduğunu düşünüyorum.

İRAN/Kotal-Balaca Kara Balık
Balaca Kara Balık’’ İran’lı yazar Samed Behrengi’nin ‘’Küçük Karabalık’’ olarak bildiğimiz ünlü öyküsünden kurgulanmış. Fakat oyunda,öyküdeki gibi, kendi küçük dünyasından denizlere açılmak isteyen bir balık değil, kız çocuğu vardı. Aslında bir kadının özgürlük mücadelesini anlatıyordu oyunda.Festivalde izlediğim en baş kaldıran ve en hüzünlü oyundu.Sözsüz oyun olma özelliğini taşıyan gösteri oldukça etkili sahnelere sahipti. Işığın loş kullanıldığı bazı anlar ise ürkütücüydü.Oyunun yönetmeni Yahoob Sadigh Jamali, Samed Behrengi’nin İran’da yasaklı olduğunu, bu oyunu yazar adını değiştirmeden oynayamayacaklarını paylaştı bizlerle. Oyun, İran’da yaşayan kız çocuklarının durumunu yansıtmayı hedeflemiş, fakat oyun doğru yaş grubu ile buluşamadığı için, anlatmak istediğini etkili bir şekilde izleyiciye yansıtamadı. Oyunun hedef seyircisinin daha yukarı yaşlarda olması gerektiğini düşünüyorum. 8-14 yaş aralığı verilen oyunda, öykünün çocuklara ulaşmadığı kanısındayım.

GÜRCİSTAN/Kutaisi Gençlik Tiyatrosu- Don juan
40 dakikalık süre içinde oyun ne anlattı, sahnede bir oyun var mıydı? Yoksa nadiren de olsa estetik bir kaygı taşıyan bir dans mıydı? Gürcistan’dan iyi bir oyun beklediğim için hayal kırıklığı yaşadım, festivale gelecek başka iyi oyunun, önünü kestiği için de üzüldüm.Genel olarak seyirciler de memnun olmadı. Bursa gibi kendini kanıtlamış, kurumsallaşmış, Türkiye’nin en değerli festivalinde amacına uygun bir oyun olamadığını düşünüyorum.


TÜRKİYE/Tiyatrotem-Böyle Devam Edemeyiz
Gölge-Kukla oyunu olarak sahnelenen gösteriyi, Şehsuvar Aktaş ve Ayşe Selen yazıp yönetmiş. Oyun, iki kuklacı oyuncunun sahneye gelene kadar geçen zamanı, en içten ve doğal bir şekilde izleyiciyle paylaşmasıyla başlar. İzleyicisiyle sımsıcak bir temas kurarak başlayan oyunun kısaca konusu şöyle: Lahana Sarma Ülkesinin iki yanında oturan Herşeyiyer Hanım’la Boliştah Hanım yemek yiyerek geçirirler bütün zamanlarını. Uşakları Tavtati ile Dümteka, efendilerini tok tutmak için habire yemek yaparlar.Yine bir gün yemeği fazla kaçıran iki hanımefendi güm diye patlar.Bu duruma çok sevinen iki uşak şenlik düzenler.O kadar kaptırırlar ki kendilerini, perdelerinden çıkarlar,kaybolurlar,birbirlerini kaybederler.Perdelerini bulmaya  çalışırken başka başka perdelere dalarlar, zor durumda kalırlar ve sonunda kendi perdelerine ulaşırlar. Oyuncuların performansı ve kullandıkları kukla tekniklerindeki ustalıkları çok etkileyiciydi. Oyunda gölge kuklası ve iki boyutlu kukla kullanıldı. Gölge perdesinde görülen objelerin (kepçe,fener,ışıklar) dile gelip konuşmalarından, izleyici çocukları ne denli eğlendirdiğini gördüm.Uşaklar,gölge perdesinin dışındayken iki boyutlu kukla formunda devam ettiler rollerine, fakat gözlerinin üç boyutlu tasarlanmış olması da ayrı bir zenginlik katmıştı görsellerine.Tekerlemelerle örülü oyun,enerjisi yüksekti.  Müzik seyircinin alkışlarla tempo tutmasına yol açacak kadar eğlenceliydi. Dekor tasarımı, iki farklı mekanı gösteren iki ayrı gölge perdesi, ortasında açık masa üstü bir alan-ki, uşaklar perdeden ilk çıktıklarında iki boyutlu olarak burada oynuyorlar. Kaybolduklarında ise sahne önüne, yere daha büyük figür halinde taşınıyorlar. Sahne önü sağına ve soluna yere yerleştirilmiş iki küçük aydınlatma, bu bedenleri iki, gözleri üç boyutlu kuklaları daha da etkileyici kılıyor. Oyunda hem karakterlerin ve hem de oyuncuların öykülerini gördüm, rolden çıkıp birbirleriye söyleşmeleri ve yine oyuna dalmaları, adeta ‘biz burada bir oyun oynuyoruz’u göstermeleri öyle ustalıklıydı ki, oyunun akışına enerji kattığını söyleyebilirim. Oyunda çok eğlendim, ilki olan Lahana Sarmayı da izlemek için heyecanla bekliyorum. Değerlendirme toplantısında; Tiyatrotem, ’’Gölge perdesindeki figür, perde dışına çıksaydı neler olurdu?’’fikrinden yola çıktıklarını ve tamamen iki oyuncunun doğaçlamasıyla oluşan bir oyun olduğunu bizlerle paylaştı.Kendilerini araştırmacı ve tiyatronun tiyatrosunu yapmaya çalışan bir grup olarak tanımlayan Tiyatrotem, hiç şüphesiz festivalin en başarılı oyunlarından birini sundu.

BULGARİSTAN/Pro Rodopı Sanat Merkezi-Çöp ve Erik
Bulgar halk masallarından bir derleme olan oyun, kendisine bakacak bir eş arayan adamın hikâyesini anlatıyor. Hikaye şöyle: Kendine eş arayan adam eşeğiyle beraber köyden köye gezer. Evlerindeki çöpleri kendisine veren kadınlara erik ve erikten üretilmiş içecek dağıtır. Bir gün çok zarif bir kadın adama eli boş gelir, çünkü evinde hiç çöp yoktur. Adam, bu temiz ve zarif kadını kendine eş olarak seçer. Kuklalarıyla ve fonksiyonel dekoruyla, keyifli görselinin yanında, güçlü oyunculuk performansı göz kamaştırıyordu. Öyle ki, ağaç malzemeden yapıldığını düşündüğüm eşekle geldi oyuncu sahneye. Daha sonra, o eşek üç dört hamleyle, çöpleri öğütüp, erik veren bir kamyona dönüştü. Kadınlar da, değişik oynatım teknikleri ile oynatılan kuklalardı. Biri çok dikkat çekiciydi. Kukla, oynatıcının arka tarafına monte olup, oyuncu kendi bacak arasından elini uzatıp kuklanın ağzını oynatıyordu.Kuklanın ileri doğru yürümesi için oynatıcı oyuncunun geri hareket etmesi gereken zor ve başarılı bir performanstı. Keyifle izlediğim bir oyundu, fakat öykünün anlaşılması noktasında, kullanılan dile yabancı olanlar için çok başarılı olmadığını düşünüyorum.


DANİMARKA VE TÜRKİYE/Batıda Tiyatro Grubu-Tiyatro Bereze / Fil
Oyunu yazan ve yöneten Danimarkalı Soren Valente Ovesen. İki kişilik gösterinin oyuncuları ise Tiyatro Bereze’den Elif Temuçin Uyanıksoy ve Erkan Uyanıksoy. Oyun, kendini dünyanın en büyük sihirbazı sanan bir adamla, sevgisi uğruna her türlü aşağılanmaya sesini çıkarmayan kadının öyküsünü trajikomik bir dille anlatıyor. Oyun kadının şu sözleriyle başlıyor: “Bayanlar, baylar! Bu, kendisini’ dünyanın en büyük sihirbazı olarak adlandıran bir adamın çok çok, çok, çok ama çok acıklı bir hikâyesidir.”  Aslında kadın bir adamın hikâyesi diyerek, kendini baştan yok sayıyor, diğer taraftan varlığını hissettirme çabası, adamın bir gün kendisini seveceği umudunu hiç yitirmiyor. Kadın adam aç kalmasın diye ağzından yumurta çıkarıyor, sürekli düşen yazıyı sesini kullanarak düzeltiyor,gerçek sihirbazlık kadında fakat kadın bunu önemsemiyor. Onun için asıl olan sevgidir. Adamsa hiçbir yeteneğe sahip olmamasının yanında öfke ve nefret dolu.Kadın fazlasıyla verici, adam yıkıcı, parçalayıcıdır.Bir gün dünyanın en büyük gösterisini yapacağını Şapkadan bir fil çıkaracağını söyler, fakat şapkadan hiçbir şey çıkmaz. Adam çok öfkelenir. Kadın adamın çaresizliğine üzülür, adamı öyle çok sevmektedir ki, adamın sevgisiz, nefret ve hırs dolu kalbi yüzünden acı çektiğini görmek istemez ve canı pahasına adama kalbini verir ve ölür. Adamın bedeninde kadının sevgi dolu kalbi vardır, artık hayata ve kadına sevgi dolu bakar. Fakat, kadının cansız bedeni yerde yatmaktadır. Oyunda hüzün ve komik bir arada verildi, oyunun finalinde gözlerim doldu,hayır kadına değil adama üzüldüm, evet acınacak çaresiz durumda olan adamdı. Kadın güçsüz ezilen kişi gibi görünse de öyle güçlüydü ki, her soruna bir çözüm üretebiliyor, sevdiği insanın mutluluğu için yok olmayı bile tercih edebiliyordu. Oyunu sahne önüne yerleştirilen elli kişilik oturma alanıyla sınırlandırılmış platformdan izledik. Oyuncuların ve izleyicilerin aynı sahnede olması bana farklı bir deneyim yaşattı. Oyunculuklar keyifli, atmosfer farklı, ihtiyacı karşılayan dekor ve sonuç başarılıydı. Oyun izleyiciden tam puan aldı.

Sonsöz
Görebildiğim oyunlarla ilgili izlenimlerime son verirken, festivalle ilgili birkaç şey paylaşmak istiyorum. İlk kez bir festivale katılmanın mutluluğunu ve heyecanını yaşadım. Festivale yalnız geldim. Haluk Yüce ve Firuze  haricinde hiç kimseyi  tanımıyordum. Bursa’yı da bilmiyordum,kaygılıydım,fakat kaygım Bursa’ya vardığım ilk gün izlediğim ilk oyunla sona erdi. Festivalde en etkileyici anlar, gece saat dokuzda yapılan oyun değerlendirme toplantılarıydı.Oyunu konuşulan tiyatrolar ve katılımcılar açısından çok besleyici olduğunu düşünüyorum. Birçok farklı gözün yorumu,oluşan sinerji, o atmosferin hiçbir anının kaçırılmamasını gerektiriyordu. Oyunların sonunda çocuklarla oyun üzerine konuşabilmek, oyunun hedef kitlesinden geri bildirim alabilmek, oyun açısından katkı sağlayıcı olabilir miydi? Festivale değişik bölgelerden gözlemcilerin çağrılması, çocuk ve gençlik tiyatrosu alanında yaratıcı oyunlara yelken açmak isteyen,’’daha iyisini nasıl yapabiliriz’’i dert edinmiş kişi ve tiyatrolara Assitej’in en büyük armağanıdır. Çocuklarımız ve gençlerimiz için bir nimet olarak gördüğüm festivali bir gün Samsun’da da gerçekleştirebileceğimiz umudunu taşıyarak, festivalde emeği geçen herkese teşekkür ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder