Bu yıl 21-26
Ekim tarihlerinde düzenlenen 18. Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik
Tiyatroları Festivali’ne gözlemci olarak katılma olanağı buldum. Festivale
İtalya, İran, Moldova, Gürcistan, Estonya, Bulgaristan ve Türkiye’den toplam 12
tiyatro topluluğu katıldı. Ayrıca, kamuya açık alanlarda jonklör, pantomim ve
canlı heykel performansları sergilendi. Festivalde 6 farklı atölye çalışması, “70’li
yıllarda çocuk tiyatrosu ve Ankara Çocuk Tiyatrosu” başlıklı bir de söyleşi
gerçekleşti.
İzlediğim oyunlarla ilgili
gözlemlerim:
TÜRKİYE/Tiyatro Tempo-Uçmak
Özgürlüktür
İlk izlediğim oyun, Türkiye’den
katılan Ahmet Önel’in yazdığı, Tiyatro Tempo’nun oynadığı “Uçmak özgürlüktür”
adlı kukla tiyatrosu gösterisiydi. Festivalin merakla beklediğim oyunlarından
olan gösteri, tarihimizden bir kesiti hatırlatarak ,hayallerin peşinden
koşmanın önemini ve özgürlüğü vurguluyordu. Kısaca konusundan söz etmek
gerekirse, Hezarfen Ahmet Çelebi kanat yapıp Galata Kulesinden atlayıp uçmak
ister. Bu isteği, hayali halk alaya alırken Saray engellemeye çalışır. Ne var
ki, Hezarfen hayalinin peşini bırakmaz, engelleri aşarak uçmayı başarır ve
Galata’dan atlayıp Üsküdar’a konar. Bu tarih kokan hikâyeyi Haluk Yüce ve
Marina Yüce, usta oyunculuklarıyla sahneye taşıdılar. Oyunda bunraku, gölge, “muppet”
ve iki boyutlu kukla tekniklerini, Türkiye’nin en deneyimli ellerinden izlemek çok
keyifliydi. Dekor tasarımı tarihsel dönemi anımsatmaya yönelik hazırlanmıştı.
Sahne geçişlerinin kesintisiz biçimde verilmesi etkileyiciydi. Değerlendirme toplantısında,
Hezarfen’ın rüya sahnesinde projeksiyon kullanılması ve seslendirmenin oyunun
dokusuyla uyumsuzluğu paylaşıldıysa da, geleneksel anlatı biçimi kullanılan
‘’Uçmak Özgürlüktür’’ , çocuk seyircilerin ve festival katılımcılarının en
beğendiği oyunlardan biri oldu.
TÜRKİYE/Uçaneller Kukla Evi-Yeşil
Pingi’nin Masalı
Lüleburgaz Uçaneller Kukla Evi “Yeşil
Pingi’nin Masalı” adlı oyunu ile festivale katıldı. Oyunun yazarı ve yönetmeni
Theodora Popova idi. Oyunun kısaca konusu, kurbağa gibi yeşil olmaktan hoşnut
olmayan ve başka bir renk olmaya çalışan Yeşil Pingi’nin rengini bulmak için
yollara düşmesiydi. Aslında oyun, farklı olmanın zenginliğini, ötekileştirmenin
yarattığı kötü sonuçları anlatmaya çalışıyordu, fakat bunu diğer Pingi’lerin
renklerini değersizleştirerek yapması, yine bir ötekileştirmeyi doğurduğunu
düşündürdü izleyiciye. İzleyici alanının kordonlarla sınırlandırılması, sahneyi
görmeyen kör noktalara seyirci oturtulmaması, çocuklara verilen değeri açık
biçimde gösteriyordu. Yeşil Pingi’nin hareketlerindeki yumuşak doğası çok
hoştu. Diğer kuklaların performansı bu çizgide değildi. Yeşil Pingi’yi tek bir
oyuncu oynatırken diğer altı kuklayı da bir oyuncunun oynatması
performanslardaki farklılığı açıklayabilir. Dekor ve kuklalar atık plastik
malzemelerin kullanılmasıyla oluşturulmuştu. Kukla tasarımları zengin ve
yaratıcıydı. Oyundan sonra çocukları sahneye davet edip kuklalara dokunmalarını,
onları daha yakından tanımalarını sağlamaları ise sıcak bir veda oldu.
TÜRKİYE/BGST Tiyatro Boğaziçi-Musahipzade
ile Temaşa
Tiyatro Boğaziçi'nin “Musahipzade ile
Temaşa” adlı oyununu Tayyare Kültür Merkezinde izledim. Oyun, Osmanlı ve
Cumhuriyet dönemlerinde Türkiye Tiyatrosu’nun gelişkin örneklerini vermiş bir
tiyatrocu Musahipzade Celal’i konu almaktaydı. Oyunda, anlatıcı aracılığıyla
Musahipzade’nin hayat kesitleri ve eserlerinin sahnedeki yansımasını episodlar
halinde gördük. Ortaoyunu ve Karagöz’ün ruhuyla akıcı bir şekilde izliyoruz
sahneyi, komiklere gülüyoruz, müziğiyle eğleniyoruz. Adaletsizliklere
dokunduğunda da, yanı başımızda buluyoruz Musahipzade’yi. Oyun metnini Tiyatro
Boğaziçi yazmış. Musahipzade ile Temaşa dramaturjik yapısı sağlam bir oyundu. Dekor
tasarımı oldukça sade, ortaoyununa uygun yapılmıştı. Kostümler dönem giysileri
olup,renkliydi. Oyuncuların performansı görülmeye değerdi. Öyle ki, kadınların
her iki cinsiyeti aynı yüksek oyunculukla sergilemeleri etkileyiciydi. Beş kişilik
oyunda beş ayrı iyi performans, ritminde hiç düşüş olmadan, oyun sonuna kadar
seyircisini bırakmama özelliği pek az oyunda olur. Seyircilerin oyuna
alkışlarıyla tempo tutması, oyundan çıkarken yüzlerimizdeki tebessüm, oyunun ne
kadar başarılı olduğunun göstergeleriydi. Tiyatro Boğaziçi’nin Musahipzade
Celal’i, onu pek de tanımayan gençlerle buluşturma çabası, sıkı bir gençlik
oyununu doğurmuştu.Tiyatroya yeni genç izleyiciler kazandırma işlevi gören oyunun, gençlik tiyatrosunda önemli
bir boşluğu doldurduğunu düşünüyorum.
İRAN/Kotal-Balaca Kara Balık
“Balaca Kara Balık’’ İran’lı
yazar Samed Behrengi’nin ‘’Küçük Karabalık’’ olarak bildiğimiz ünlü öyküsünden
kurgulanmış. Fakat oyunda,öyküdeki gibi, kendi küçük dünyasından denizlere
açılmak isteyen bir balık değil, kız çocuğu vardı. Aslında bir kadının özgürlük
mücadelesini anlatıyordu oyunda.Festivalde izlediğim en baş kaldıran ve en
hüzünlü oyundu.Sözsüz oyun olma özelliğini taşıyan gösteri oldukça etkili sahnelere
sahipti. Işığın loş kullanıldığı bazı anlar ise ürkütücüydü.Oyunun yönetmeni
Yahoob Sadigh Jamali, Samed Behrengi’nin İran’da yasaklı olduğunu, bu oyunu
yazar adını değiştirmeden oynayamayacaklarını paylaştı bizlerle. Oyun, İran’da
yaşayan kız çocuklarının durumunu yansıtmayı hedeflemiş, fakat oyun doğru yaş
grubu ile buluşamadığı için, anlatmak istediğini etkili bir şekilde izleyiciye
yansıtamadı. Oyunun hedef seyircisinin daha yukarı yaşlarda olması gerektiğini
düşünüyorum. 8-14 yaş aralığı verilen oyunda, öykünün çocuklara ulaşmadığı
kanısındayım.
GÜRCİSTAN/Kutaisi Gençlik
Tiyatrosu- Don juan
40 dakikalık süre içinde oyun ne
anlattı, sahnede bir oyun var mıydı? Yoksa nadiren de olsa estetik bir kaygı
taşıyan bir dans mıydı? Gürcistan’dan iyi bir oyun beklediğim için hayal
kırıklığı yaşadım, festivale gelecek başka iyi oyunun, önünü kestiği için de
üzüldüm.Genel olarak seyirciler de memnun olmadı. Bursa gibi kendini kanıtlamış,
kurumsallaşmış, Türkiye’nin en değerli festivalinde amacına uygun bir oyun olamadığını
düşünüyorum.
TÜRKİYE/Tiyatrotem-Böyle Devam
Edemeyiz
Gölge-Kukla oyunu olarak sahnelenen
gösteriyi, Şehsuvar Aktaş ve Ayşe Selen yazıp yönetmiş. Oyun, iki kuklacı
oyuncunun sahneye gelene kadar geçen zamanı, en içten ve doğal bir şekilde
izleyiciyle paylaşmasıyla başlar. İzleyicisiyle sımsıcak bir temas kurarak
başlayan oyunun kısaca konusu şöyle: Lahana Sarma Ülkesinin iki yanında oturan
Herşeyiyer Hanım’la Boliştah Hanım yemek yiyerek geçirirler bütün zamanlarını. Uşakları
Tavtati ile Dümteka, efendilerini tok tutmak için habire yemek yaparlar.Yine
bir gün yemeği fazla kaçıran iki hanımefendi güm diye patlar.Bu duruma çok
sevinen iki uşak şenlik düzenler.O kadar kaptırırlar ki kendilerini,
perdelerinden çıkarlar,kaybolurlar,birbirlerini kaybederler.Perdelerini bulmaya çalışırken başka başka perdelere dalarlar, zor
durumda kalırlar ve sonunda kendi perdelerine ulaşırlar. Oyuncuların
performansı ve kullandıkları kukla tekniklerindeki ustalıkları çok
etkileyiciydi. Oyunda gölge kuklası ve iki boyutlu kukla kullanıldı. Gölge
perdesinde görülen objelerin (kepçe,fener,ışıklar) dile gelip konuşmalarından,
izleyici çocukları ne denli eğlendirdiğini gördüm.Uşaklar,gölge perdesinin
dışındayken iki boyutlu kukla formunda devam ettiler rollerine, fakat
gözlerinin üç boyutlu tasarlanmış olması da ayrı bir zenginlik katmıştı
görsellerine.Tekerlemelerle örülü oyun,enerjisi yüksekti. Müzik seyircinin alkışlarla tempo tutmasına
yol açacak kadar eğlenceliydi. Dekor tasarımı, iki farklı mekanı gösteren iki
ayrı gölge perdesi, ortasında açık masa üstü bir alan-ki, uşaklar perdeden ilk
çıktıklarında iki boyutlu olarak burada oynuyorlar. Kaybolduklarında ise sahne
önüne, yere daha büyük figür halinde taşınıyorlar. Sahne önü sağına ve soluna
yere yerleştirilmiş iki küçük aydınlatma, bu bedenleri iki, gözleri üç boyutlu
kuklaları daha da etkileyici kılıyor. Oyunda hem karakterlerin ve hem de
oyuncuların öykülerini gördüm, rolden çıkıp birbirleriye söyleşmeleri ve yine
oyuna dalmaları, adeta ‘biz burada bir oyun oynuyoruz’u göstermeleri öyle
ustalıklıydı ki, oyunun akışına enerji kattığını söyleyebilirim. Oyunda çok
eğlendim, ilki olan Lahana Sarmayı da izlemek için heyecanla bekliyorum. Değerlendirme
toplantısında; Tiyatrotem, ’’Gölge perdesindeki figür, perde dışına çıksaydı
neler olurdu?’’fikrinden yola çıktıklarını ve tamamen iki oyuncunun doğaçlamasıyla
oluşan bir oyun olduğunu bizlerle paylaştı.Kendilerini araştırmacı ve
tiyatronun tiyatrosunu yapmaya çalışan bir grup olarak tanımlayan Tiyatrotem,
hiç şüphesiz festivalin en başarılı oyunlarından birini sundu.
BULGARİSTAN/Pro Rodopı Sanat
Merkezi-Çöp ve Erik
Bulgar halk masallarından bir derleme
olan oyun, kendisine bakacak bir eş arayan adamın hikâyesini anlatıyor. Hikaye
şöyle: Kendine eş arayan adam eşeğiyle beraber köyden köye gezer. Evlerindeki
çöpleri kendisine veren kadınlara erik ve erikten üretilmiş içecek dağıtır. Bir
gün çok zarif bir kadın adama eli boş gelir, çünkü evinde hiç çöp yoktur. Adam,
bu temiz ve zarif kadını kendine eş olarak seçer. Kuklalarıyla ve fonksiyonel
dekoruyla, keyifli görselinin yanında, güçlü oyunculuk performansı göz
kamaştırıyordu. Öyle ki, ağaç malzemeden yapıldığını düşündüğüm eşekle geldi
oyuncu sahneye. Daha sonra, o eşek üç dört hamleyle, çöpleri öğütüp, erik veren
bir kamyona dönüştü. Kadınlar da, değişik oynatım teknikleri ile oynatılan
kuklalardı. Biri çok dikkat çekiciydi. Kukla, oynatıcının arka tarafına monte
olup, oyuncu kendi bacak arasından elini uzatıp kuklanın ağzını
oynatıyordu.Kuklanın ileri doğru yürümesi için oynatıcı oyuncunun geri hareket
etmesi gereken zor ve başarılı bir performanstı. Keyifle izlediğim bir oyundu,
fakat öykünün anlaşılması noktasında, kullanılan dile yabancı olanlar için çok
başarılı olmadığını düşünüyorum.
DANİMARKA VE TÜRKİYE/Batıda Tiyatro Grubu-Tiyatro Bereze / Fil
Oyunu yazan ve yöneten Danimarkalı Soren
Valente Ovesen. İki kişilik gösterinin oyuncuları ise Tiyatro Bereze’den Elif
Temuçin Uyanıksoy ve Erkan Uyanıksoy. Oyun, kendini dünyanın en büyük sihirbazı
sanan bir adamla, sevgisi uğruna her türlü aşağılanmaya sesini çıkarmayan
kadının öyküsünü trajikomik bir dille anlatıyor. Oyun kadının şu sözleriyle
başlıyor: “Bayanlar, baylar! Bu, kendisini’ dünyanın en büyük sihirbazı olarak
adlandıran bir adamın çok çok, çok, çok ama çok acıklı bir hikâyesidir.” Aslında kadın bir adamın hikâyesi diyerek,
kendini baştan yok sayıyor, diğer taraftan varlığını hissettirme çabası, adamın
bir gün kendisini seveceği umudunu hiç yitirmiyor. Kadın adam aç kalmasın diye
ağzından yumurta çıkarıyor, sürekli düşen yazıyı sesini kullanarak
düzeltiyor,gerçek sihirbazlık kadında fakat kadın bunu önemsemiyor. Onun için
asıl olan sevgidir. Adamsa hiçbir yeteneğe sahip olmamasının yanında öfke ve
nefret dolu.Kadın fazlasıyla verici, adam yıkıcı, parçalayıcıdır.Bir gün dünyanın
en büyük gösterisini yapacağını Şapkadan bir fil çıkaracağını söyler, fakat
şapkadan hiçbir şey çıkmaz. Adam çok öfkelenir. Kadın adamın çaresizliğine
üzülür, adamı öyle çok sevmektedir ki, adamın sevgisiz, nefret ve hırs dolu
kalbi yüzünden acı çektiğini görmek istemez ve canı pahasına adama kalbini
verir ve ölür. Adamın bedeninde kadının sevgi dolu kalbi vardır, artık hayata
ve kadına sevgi dolu bakar. Fakat, kadının cansız bedeni yerde yatmaktadır. Oyunda
hüzün ve komik bir arada verildi, oyunun finalinde gözlerim doldu,hayır kadına
değil adama üzüldüm, evet acınacak çaresiz durumda olan adamdı. Kadın güçsüz
ezilen kişi gibi görünse de öyle güçlüydü ki, her soruna bir çözüm
üretebiliyor, sevdiği insanın mutluluğu için yok olmayı bile tercih
edebiliyordu. Oyunu sahne önüne yerleştirilen elli kişilik oturma alanıyla
sınırlandırılmış platformdan izledik. Oyuncuların ve izleyicilerin aynı sahnede
olması bana farklı bir deneyim yaşattı. Oyunculuklar keyifli, atmosfer farklı,
ihtiyacı karşılayan dekor ve sonuç başarılıydı. Oyun izleyiciden tam puan aldı.
Sonsöz
Görebildiğim oyunlarla ilgili
izlenimlerime son verirken, festivalle ilgili birkaç şey paylaşmak istiyorum. İlk
kez bir festivale katılmanın mutluluğunu ve heyecanını yaşadım. Festivale
yalnız geldim. Haluk Yüce ve Firuze
haricinde hiç kimseyi tanımıyordum.
Bursa’yı da bilmiyordum,kaygılıydım,fakat kaygım Bursa’ya vardığım ilk gün
izlediğim ilk oyunla sona erdi. Festivalde en etkileyici anlar, gece saat
dokuzda yapılan oyun değerlendirme toplantılarıydı.Oyunu konuşulan tiyatrolar
ve katılımcılar açısından çok besleyici olduğunu düşünüyorum. Birçok farklı
gözün yorumu,oluşan sinerji, o atmosferin hiçbir anının kaçırılmamasını gerektiriyordu.
Oyunların sonunda çocuklarla oyun üzerine konuşabilmek, oyunun hedef kitlesinden
geri bildirim alabilmek, oyun açısından katkı sağlayıcı olabilir miydi? Festivale
değişik bölgelerden gözlemcilerin çağrılması, çocuk ve gençlik tiyatrosu
alanında yaratıcı oyunlara yelken açmak isteyen,’’daha iyisini nasıl
yapabiliriz’’i dert edinmiş kişi ve tiyatrolara Assitej’in en büyük
armağanıdır. Çocuklarımız ve gençlerimiz için bir nimet olarak gördüğüm
festivali bir gün Samsun’da da gerçekleştirebileceğimiz umudunu taşıyarak,
festivalde emeği geçen herkese teşekkür ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder